İnceltilmiş Erkek Egemen Çizginin Devrimci Siyasetteki Halleri!

Füsun Erdoğan

-II-

Sosyalist Kadın Sayı 2

Kadın ve siyaset sorunsalında devrimci, komünist* parti ve örgütler, teorik olarak işçi ve emekçi kadın kuleleriyle farklı bir ilişki kurarlar. Bu ilişkide emekçi kadın kitlelerinin mensubu oldukları sınıfın safların­da mücadeleye katılmaları gerektiği fikri belirleyici­dir. Çünkü, sermaye egemenliğine karşı yürütülen mücadele, aynı zamanda proleter ve emekçi kadınla­rın çıkarlarını da temsil eder. Bu bakış açısıyla dev­rimci politik özneler işçi, emekçi, ev emekçisi ve genç kadınları kendi saflarında mücadele etmeye çağırır­lar. Birçok örnekte görüldüğü gibi, coğrafyamızda da kadınlar; ulusal ve sınıfsal mücadeleye bu siyasi par­ti ve örgütlerin saflarında, hiç de azımsanmayacak düzeyde katılırlar, savaşırlar.

Devrimci siyasetle burjuva siyaset arasındaki te­mel ayrım noktalarından biri budur. Burjuva partiler tüm halka olduğu gibi, geniş işçi, emekçi kadın kitle­lerine de kendilerini bir adres olarak sunarlar. Burada amaç; kitlelerin desteğini de örgütleyerek sermaye egemenliğinin sorunsuz sürdürülmesini sağlamaktır. Bunun için ellerindeki bütün araçları kullanırlar. Her çeşit demagojiyle, yalanla, dolanla, sahtekârlıkla sı­nıf gerçeğini gizlemeye çalışırlar. Oysa, her sınıf siyasal alanda kendi politik öznelerini yaratır. Bu özneler aracılığıyla, kendi sınıf çıkarlarını korur. Devletle, iktidarla ilişkilenirler, mücadele eder. Bunun için­dir ki, burjuva partiler hiçbir zaman işçi ve emekçi kadınların sınıf çıkarları­nı temsil etmezler/edemezler. Ancak, yarattıkları ikiyüzlü politikalarla tüm halkı olduğu gibi; ezilen sınıftan kadınlarda da bir bilinç bulanıklığı yaratır­lar. Onları etkileyerek saflarına çeker, peşlerinden sürüklerler.

Devrimci siyasetle burjuva siyaset arasındaki bir diğer temel ayrım nok­tası da, kadınların politikadaki yerinde somutlaşır. Burjuva siyaset kadınla hem teorik olarak, hem de pratikte toplumsal cinsiyet üzerinden ilişkilenir. Toplumsal cinsiyetin rol dağılımında kadının asli işleri olarak; çocuk bakımı, ev işleri ve erkeğe bağımlılık, hizmet olarak belirlenmiştir. Bu belirlemede kadın, ezilen cins olarak nesneleştirilir, erkek korunur. Ekonomik, toplumsal, siyasal alanda erkeğin çıkarları ve egemenliği belirleyici olur. Bu durumu burjuva devlet; aile, ailenin korunması tanımlamalarıyla dokunulmaz ilan eder. Her ne kadar kadınlar verdikleri mücadeleler sonucunda 20. yüzyılda yurttaş olma hakkını kazanmış, siyasal alanda var olmanın önünü açmış ol­salar da; erkeğin ekonomik, toplumsal egemenliği siyasal alanda da sürme­ye devam etmiştir. Siyasal alanda kadınlara toplumsal cinsiyetin izin verdiği oranda yer açılmıştır. Kadınların siyasette birer özne olarak değil, erkeğin yardımcısı olarak yer almasına izin verilmiştir.

Burjuva siyasetin tam tersine devrimci siyaset, teorik olarak kadınla top­lumsal cinsiyet üzerinden ilişkilenmez. Onun aksine, tek eşli ailenin kadının tarihsel yenilgisindeki rolü vurgulanır, eleştirilir. Bu konuda kadının özgür­leşmesi, sınıf ve cins çelişkisinin ortadan kalktığı, devletin sönümlendiği, sı­nıfsız sömürüşüz bir toplum yaratmaya dair F. Engles’in fikirleri temel alın­mıştır. ** Bu teorik kabulleniş de genel olarak kadınların sınıf mücadelesine kendi sınıfının yanında katılması önerilir. Kadınların cins olarak örgütlenme­sinin ve kurtuluşunun anahtarı olarak, “kadınlar katılmadan devrim olmaz; devrim olmadan kadın kurtulmaz!” şiarıyla dile getirilir. Kadınların politi­kayla ilişkilenişinde teorik düzlemde burjuva siyasetle, devrimci siyaset ara­sındaki bir diğer niteliksel fark da bu noktada somutlaşır.

Ezilen sınıfın siyasetinde teorik olarak durum böyledir. Ancak, ezilen sını­fın, ulusun siyasetinde de kadınlar “kadın” olarak, erkekler de “erkek” ola­rak yer alırlar. Yani, cins olarak kadının toplumsal cinsiyetin belirlediği dezavantajları, gerilikleri, ikinci cins olma durumu fiilen devam eder. Erkeğin de egemen olma avantajı sürer. Özcesi, her iki cins de toplumsal avantaj ve dezavantajlarıyla devrimci siyasette yer alırlar. Bu durum, teorik olarak bur­juva siyasetle, devrimci siyaset arasındaki niteliksel farkı pratikte silikleştirir. Burjuva siyasetteki kaba erkek egemenliği, devrimci parti ve örgütlerde in­celtilmiş erkek egemenliği biçiminde karşımıza çıkar. Dolayısıyla, siyasette erkek egemenliği içerikli bir tartışmada, burjuva parti ve siyasetçi erkekler ile devrimci parti ve erkekler arasında bazı “kıyaslamalar” yapmak ne yanlış olur, ne de haksızlık! Çünkü sınıflı toplumların cins olarak erkeğe tanıdığı ay­rıcalıklar, bütün sınıflardan erkekler tarafından kullanılır. Nasıl ki, proleter ve emekçi kadınlar ile burjuva kadınlar kadın sorununu mensubu oldukları sınıfın koşulları içerisinde yaşarlarsa; erkeklerde ayrıcalıklarını aynı biçimde kullanırlar. Politik özneler bu konuda mücadele ettikleri ve kalıcı tedbirlere dönüştürebildikleri oranda devrimci erkeklerin ayrıcalıkları sınırlandırılır.

Siyasetin erkek işi olarak tanımlanması, bu alanda erkeğin tekelini oluş­turmuştur. Bu gerçek; devrimci parti ve örgütlerin de tüm dünyada (feminist ve çevreci parti ve örgütler hariç) genel olarak erkek doğmalarını koşullamış-tır. Bunu parti ve örgütlerin pratikleri, program ve tüzükleri, kadro ve örgüt­sel örneklerde ise; kadınların bir cins bilincine ulaşması, bu politik parti ve örgütlerde özneleşmeleriyle sağlandığı görülmüştür.

Ainesi İştir Kişinin Lafa Bakılmaz

Burjuva siyasetteki kaba erkek egemenliğinin, devrimci siyasette inceltil­miş halleriyle nasıl kendine hayat bulduğu gerçeğini göstermek bakımından; devrimci kadın ve erkeğin siyasal alandaki durumuna biraz daha yakından bakmakta yarar var.

Devrimci erkeğin her zaman işi vardır. Zamanı çok değerlidir. Bir sürü ki­tap, dergi ve gazete okuması için, onu bekler. Falanca toplantı, filanca gö­rüşme, yetiştirilmesi gereken yazı vb. uzayıp, giden gerekçeler/görevler lis­tesi onun yolunu gözler. Bütün bunlar artışıyla, eksisiyle genel olarak doğru­dur da! Peki, o zaman sorun nedir?

Burada temel sorun şudur: Toplumsal cinsiyeti siyasal, toplumsal yaşamı erkeğin tekeline sunmuştur. Bu durum, yazımızın başından beri vurguladığı­mız gibi, pratik yaşamda devrimciler için de böyledir. Dünyayı değiştirmek iddiasıyla yola çıkan devrimci politik özneler; kadın sorunu ve özgürleşmesi söz konusu olduğunda hemen kendiliğindenciliğin sığ limanlarında soluğu alırlar. Teorik olarak proletarya ve ezilen emekçi sınıf ve katmanların kadın ve erkeklerden oluştuğu gerçeği kabul edilir. Kadınların erkeklerden farklı olarak bin yıllar boyunca çifte baskı ve sömürüye maruz bırakıldığı fikrini de benimserler. Kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamdan uzaklaştı­rılarak köleleştirilmesinin; kadınların dünyasını daraltıp, özel bir psikoloji yarattığı düşüncesine katılırlar. Hatta bu ve benzer nedenlerden dolayı; işçi ve emekçi kadınların mensubu oldukları sınıfın çıkarları doğrultusunda siya­sal mücadeleye çekilmeleri için özel biçim ve araçlar oluşturmak gerektiğini kabul ederler.*** Zaten “kadınlar katılmadan devrim olmaz” şiarı, kadınların sınıf mücadelesine katılması gerektiğini vurgular. Ancak, iş pratiğe geldi­ğinde ortaya çıkan tablo, Marx’m “… Bütün ölmüş kuşakların geleneği, bü­yük bir ağırlıkla yaşayanların beyinleri üzerine çöker…” sözünü hatırlatır. Başta siyasal partiler ve örgütler gelmek üzere, bütün araçlar erkeğin duru­muna, ihtiyaçlarına ve cins olarak çıkarlarına göre şekillendirilir. Her ne ka­dar elimizde devrimci parti ve örgütlerde kadınların temsiliyetine dair somut bilgiler olmasa da, merkez komitelerinden yönetici organlarına erkeklerin egemen olduklarını söylememiz yanlış olmaz! Proletarya dendiğinde ilk akla gelenin erkekler olması bir tesadüf değildir. Her zaman kızıl bayrak erkeğin elindedir. Dünyayı zincirlerinden kurtaracak proleter de erkektir. Devrimci siyasal öznelerin yayınlarında, pratiklerinde bu konuya dair sayısız örnek bulmak mümkün. Bütün bunların yanı sıra, devrimci erkekler sermaye ege­menliğinin ve ataerkil toplumsal düzenin erkek cinsine tanıdığı bütün ayrı­calıklardan yararlanırlar. Ve devrimci siyaseti gerçek yaşamda erkek yapan, bu ve benzeri durumlardır. Siyasal alanda erkeğin erki inceltilmiş halleriyle günlük yaşama böyle sirayet eder.

Evet, toplumsal cinsiyet kadının dünyasını evle sınırlandırmıştır. Bitmez tükenmez ev işleri, çocuk bakımı, erkeğe hizmet yalnızca kadının zamanını çalmakla kalmaz. Aynı zamanda kendine güvenini de bitirir, kavrayışını za­yıflatır, hep kendini erkeğe kanıtlamak, beğendirmek zorunda hissetmesine neden olur. O çokça eleştirdiğimiz burjuva ailenin “devrimci” versiyonunu oluşturmaya çalışır. Zaten bütün bunlar kadının toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik yaşamdan dışlanmasının temelini oluşturur. Her gün, her saat kadının erkeğe bağımlılığını üretir. Kadınlar devrimci parti ve örgütlere katılır­ken, tıpkı erkek gibi bütün bu sıradan 11 ki arını da birlikte getirir. Bu nedenle devrimci saflarda erkeğe kıyasla kadınların siyasal alandaki işleri de, sorum­lulukları da çok daha sınırlıdır, azdır. Uzun süreli okumak, entelektüel faali­yet istisnalar harici esas olarak erkek işi olarak görülür. Kadınlar da kendi güç ve potansiyellerinin pek farkında olmazlar. Zaten politika, toplumsal olarak erkek işi olarak tanımlanmamış mı?

Devrimci kadınlar, genel olarak toplumsal cinsiyetin kadına verdiği rolü, öğretilmiş devrimci kadınlık formunda kabullenip, içselleştirmişlerdir. Ev iş­lerinin yapılması, ihtiyaçların karşılanması, varsa çocuk bakımının üstlenil­mesi, erkek yoldaşın görevlerini başarıyla yerine getirebilmesi için uygun koşulların hazırlanması gerekir. Ve nedense, bu türden işler söz konusu oldu­ğunda, her zaman kadınlar hatırlanır. Bir devrimci “görev” olarak kadınların önüne konulur. Böylece devrimci kadınlar, siyasal alanda fiilen erkeğin yar­dımcısı olarak konumlandırılırlar.

Devrimci ve sosyalist kadınlar bu temellere yöneldiğinde ise; politik özne-lerdeki inceltilmiş erkek egemen anlayışlar anında harekete geçer. Ve karşı saldırıyı başlatır: Demode olmuş, paslı silahlarının başında “Feminist mi olu­yorsunuz” sorusu gelir. Sonra “Kadınlar öne çıktı da, biz mi engel olduk?” Kadm-erkek eşitliğini getirip ev işlerinin paylaşılması gibi geri bir düzeye çe­kerek tartışmak sorunun özünü karartır. Onu basitleştirir, gereksiz gerilimler yaratır. Kadınlar, ilgilerini politika dışı alanlara yöneltiyorlar, ille de çocuk yapmak, anne olmak isteyen de kendileri. Boş zamanlarında kitap okumak yerine ıvır-zıvır işlerle ilgileniyorlar.” Sanki kitap okumak boş zamanlarda yapılacak bir işmiş gibi! “Ayrıntıların dehlizinde kendilerini kaybediyorlar. Üstelik okumaları için kadınları biz zorluyoruz. Ayrıca bütün bu işler de dev­rimci mücadele bakımından gerekli değil mi? Yetenek, konum… vs.” sıra­landıktan sonra son nokta konulur: “Kadın cinsinin kökleştirilmesi tarihsel bir olgudur. Bu köleliği yıkacak olan da, sermaye egemenliğine karşı kadın ve erkeklerin ortak mücadelesidir.”

Toplumsal cinsiyetin kadında yarattığı bütün bu geriliklerin sıralanarak oracıkta inceltilmiş (bazen de kaba) erkek egemenliğince kadın suçlu ilan edilir. Dikkat edin, bunu yapanlar devrimci erkeklerdir. Burada küçük bir pa­rantez açıp, 2006 yılında TÜİK’in yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını paylaş­mak istiyoruz:

“Hane halkı ve ev bakımına erkekler 51 dakika zaman ayırırken, kadınlar 5 saat 17 dakika ayırıyor… Çalışan kadınlar 4 saat3 dakika ev işleriyle ilgilenirken, çalışan erkekler yalnızca 43 dakika buna zaman ayırıyorlar.” (abç)****

Rakamlar, kadınların (çocuk bakımı hariç) hayatlarından çalman zaman­daki adaletsizliği bas bas bağırıyor. Biliyoruz ki, bu araştırma sıradan aileler arasında yapılmış. Ancak böyle bir araştırma devrimci kadınların ev yaşam­larına ilişkin yapılacak olsa, genel tablonun pek de değişeceğini sanmıyoruz. Rakamlar, bütün bu angaryaların kadınların omuzlarına yüklendiğini söyler­ken; devrimci erkeklerin bu sorunların gündemleştirilip, tartışıldığı her du­rumda gösterdikleri refleksin bir nedeni olmalı: Birincisi; objektif olarak tar-tışmalardaki bu tutum devrimci saflardaki erkek egemenliğini gizlemeye hiz­met eder. ikinci olarak da; var olan cinsiyetçi iş bölümünü korumaya, kişisel olarak da kendini aklamaya yönelik bir çabadır. Hem ev işleri ve çocuğun ba­kımını özel mülkiyet dünyasında kadının tarihsel yenilgisinin anahtarı göre­ceksin, programında devrimden sonra bu sorunların toplumsallaştırma yo­luyla çözüleceğini yazacaksın; hem de bütün bunların, bugün fiilen bir so­run olarak kendi saflarında gündemleştirilerek paylaşılması gerektiğini öne süren kadınları sorunu basitleştirdikleri biçiminde suçlayacaksın! Bu tür tu­tumların hepsinin adı; devrimci literatürde tutarsızlıktır. Söz ile eylem arasın­daki uyumsuzluğun adıdır bu. Tartışmayı buradan derinleştirmeyi düşünme-sek de; bütün bu sorunları inceltilmiş erkek egemen çizginin basitleştirdiği gibi düz olduğunu düşünmüyoruz.

Sonuç olarak

Kabul etmek gerekir ki; burjuva siyasette teorik ve pratik olarak egemen olan kadınların yardımcı olarak görülmesi; devrimci siyasette de, pratikte özsel olarak kendini korur. Devrimci erkeklerin pratikte siyasal alanda kadın­larla kurduğu ilişkinin en trajik yanı da şudur: Yazımızın başından beri tar­tıştığımız bütün bu konularda, durumu devrimci kadınların da içselleştirmiş olmasıdır. Burjuva politikada siyasetçi erkeklerin ağızlarında çiğnedikleri: “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır!” sözü; ne yazık ki, devrimci saflarda da kendine yer bulabiliyor. Erkeğin gölgesine sığınma, onun siyasal konumundan güç almak gibi, aslında kadını kişiliksizleştirerek nesneleştiren davranış biçimleri de sık rastlanan örnekler arasındadır. Ayrıca, kendi ayak­ları üzerinde durmaya çalışan, bağımsız kişilik oluşturan kadınlar da pek ka­bullenilmezler…

Burada özel olarak şunları vurgulamalıyız: Ezilen sınıfın siyasetinde ka­dınların “kadın” olarak, erkeklerin “erkek” olarak yer almaları; cins çelişkisini o alanda koşullar. Bu iki eğilim, kadınlar özneleştikleri ve bir cins bilinci­ne ulaştıkları oranda çatışmaya başlar. Bu çatışmada devrimci çözüm şudur: Ezilen sınıfın siyasasında, ezilen sınıftan kadınların kadın cinsinin kurtuluşu için mücadeleyi özel olarak örgütlemesidir. Yani nasıl ki, “işçi sınıfının kur­tuluşu kendi eseri olacaksa!”, kadınların kurtuluşu da işçi ve emekçi kadın­ların eseri olacaktır!

Bu gerçekler ışığında; sermaye egemenliğine karşı yürütülen mücadelede proleter ve emekçi kadınlar yardımcı değil, savaşımın asli, gerçek sahipleri­dirler. Bu perspektifle politik parti ve örgütlerle ilişkilenmeliyiz. Bunun koşul­larının yaratılması için mücadele etmeliyiz. Nasıl ki, proletaryanın sermaye egemenliğine karşı yürüttüğü mücadelede sınıf intiharı sınıfın kurtuluşunda belirleyici unsur değilse; cins olarak kadınların özgürleşmesinde de sınıf bi­linçli, devrimci erkeğin cins intiharını gerçekleştirmesi sorunu temelini oluş­turmaz. Devrimci siyasette egemen olan, inceltilmiş ya da kaba hallerini de­ğiştirecek olan da; cins bilinci edinmiş, geleneksel devrimci kadın rolünden sıyrılmış biz öncü kadınların mücadelesidir. Kadınlar özneleştikleri, özgürleştikleri, kadın devrimi yolunda sarsılmaz bir iradeyle ilerledikleri oranda, er­keğin insanlaşmasının yolu da açılacaktır.

Bütün bu ve bu konuda sıralayacağımız nedenler için; devrimci, sosyalist kadın örgüt ve hareketleri öğretilmiş devrimci kadın rolünü üreten bütün maddi temellere ve görüngülerine karşı iradi, istikrarlı, kararlı bir savaşım örgütleyip yürütmekle yükümlüdürler. Bir cins bilincinin geliştirilip yaygın­laştırılması için kadın aydınlanması tarihsel bir görev olarak önümüzde dur­maktadır.. .□

Özel ihtiyaç duyulmadığı sürece devrimci kavramıyla, devrimci ve komünist politik parti ve örgütlerin bu yazı kapsamında kastettik.

** Bumda özel olarak F.Engels’in fikirlerini hangi parti ya da örgütün hangi düzeyde kabullenip savunduğu gibi bir ayrıntıya girmek farklı bir yazı konusu olduğu için genelleme yapmayı tercih ettik.

*** Devrimci hareketin önemli bir bölümü için teorik olarak bir genelleme yapmak müm­kün. Ancak bunun tümü için geçerli olduğunu söylemek mümkün değil. Kaldı ki, bu yaklaşı­mın pratik karşılığı söz konusu olduğunda durum daha da vahimleşir. Önemli bir bölümü de sorunu 8 Mart’tan 8 Mart’a hatırlayan bir pratik sergiliyorlar. Sosyalist Kadın, ‘Her Gün 8 Mart’pratiğiyle bu noktada devrimci hareketten kopmuştur. Demokratik Kadın Hareketi de, birkaç yıllık pratiğiyle bu konuda olumlu bir değişim başlatmıştır.

**** Milliyet Gazetesi, 26 Temmuz 2007

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir