Devrimci Avukat Ebru Timtik Ölüm Orucu Eyleminin 238. Gününde Yıldızlaştı-JIN TV

Füsun Erdoğan

https://youtu.be/JWVBvDbIA7w

Faşist Saray rejiminin baskı ve zulmüne, adaletsizliğine karşı hapishanede direnen asi bir yürek daha sustu…Halkın avukatı Ebru Timtik ölüm orucu eyleminin 238. gününde yıldızlaştı…

Ebru 3 Ocak’ta, Aytaç Ünsal ise 3 Şubat’ta “Hukuksuz bir şekilde verilen 159 yıllık hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulması ve beraat edilmeleri”, “Ölüm orcunda olan bütün müvekkillerinin ve Grup Yorum’un taleplerinin kabul edilmesi” için açlık grevine başlamıştı. Silivri 9 No’lu Hapishane’de tutsak bulunan Ebru açlık grevinin 94., Aytaç Ünsal ise, 63. gününde 5 Nisan tarihinde eylemlerini ölüm orucuna çevirdi. Ebru 22 Mayıs 2020 tarihinde, tutsakların haftalık 10 dakikalık telefon hakkını kullandığında direnişlerinin amacını bir kez daha ifade ederek tarihe not düşmüştü:

Gün be gün eriyen bedenlerine aldırmadan, adalet talebini haykıran halkın avukatlarından Ebru ve Aytaç tereddüt etmeksizin ölümün üzerine yürüdü. Ebru; eğer ki boyun eğersek, susarsak; dilimiz lâl olsun! demişti ve son nefesini verinceye kadar da boyun eğmedi.

Dersimliydi Ebru…Munzur gibi asi, Munzur gibi duru, Munzur gibi kararlıydı.

Dost canlısı, yoldaş canlısı, kararlı, neşeli insan güzeli bir kadındı…
Dersim katliamının öyküleriyle büyümüştü. Avukatlık diplomasını aldığında da, kendini halkına adamış bir devrimci avukat olarak yaşadı…Kararlı, başı dik bir devrimci olarak son nefesini verdi…
Çağdaş Hukukçular Derneği-ÇHD üyesiydi, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarındandı…Faşist Türk Devleti’nin mahkemelerinde ‘acaba’ demeden, devrimcileri savundu, devletin işkencelerini, baskı ve zulmünü teşhir etti. Birgün gizli tanık beyanıyla devrimcileri oturttukları sanık sandalyesine Ebru’yu da oturttuklarında, yargılanan değil yargılayan oldu.
İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 20 Mart 2019’da Ebru ve Aytaç’ın aralarında olduğu ÇHD üyesi 18 avukat için “örgüt kurma ve yönetme” ile “örgüt üyeliği” iddiasıyla, 18 yıl 9 ay ile 3 yıl 1 ay 15 gün arasında değişen toplam 159 yıllık hapis cezası verdi. 159 yıllık hapis cezasından Ebru’nun payına 13 yıl 6 ay hapis cezası düştü.

Ancak Ebru ne 37. Ağır Ceza Mahkemesi haklarında kalemi kırdığında, ne de bedenini açlığa yatırdıktan sonra boyun eğmedi. Her fırsatta faşist Saray rejimine ve mahkemelerine “hodri meydan” dedi:

İki genç avukatın bedenleri gün be gün erirken faşist Saray rejimi ve mahkemeleri üç maymunu oynamayı sürdürdü. İstanbul Adli Tıp Kurumu, muayene sonucunda her iki avukat için “Hapishanede kalamaz” raporu verdi. Rapor, tahliye taleplerini belirten dilekçelerle mahkemeye sunuldu. Ancak, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 30 Temmuz’da tutukluluk hallerinin devam etmesine ve tıbbi takip ve tedavilerinin ilgili hapishane idaresince sağlanmasına karar verdi. Bu karardan sonra Ebru ve Aytaç İstanbul’da Dr. Sadi Konuk Hastanesi’ne kaldırıldılar.

Aralarında İstanbul, İzmir, Ankara’nın da olduğu 33 Baro başkanı, 12 Ağustos tarihinde bir basın açıklaması yaparak “Risk altında olan sadece Ebru ve Aytaç’ın hayatları değil, savunma hakkının ta kendisidir” diyerek meslektaşları için çağrı yaptı.

Ebru ve Aytaç’ı hastanede ziyaret eden Ankara, İstanbul, Kocaeli, Adana, İzmir ve Yalova Baro Başkanları da 18 Ağustos’ta İstanbul’da düzenledikleri basın açıklamasında her iki avukatın adil yargılanmadığına tanık olduklarını ifade etti. Belçika Barolar Birliği’ne bağlı 10 avukat, ölüm orucundaki meslektaşları ile dayanışma amacıyla 24 saatlik açlık grevi yaptı.
Ebru ve Aytaç’ı hastanede ziyaret eden avukatlar, koşulların hapishaneden çok daha kötü olduğunu açıkladı. Hastanelerde tutsaklar için ayrılan bölüm binaların en alt katında, genellikle de morgun yanında olur. Tavana yakın küçücük demir parmaklıklı pencereden temiz hava yerine pis kokular gelir. Direnişçilerin ihtiyaçlarının karşılanması ise, yine askerin insafına bırakılmıştır.

Ebru ve Aytaç hastaneye kaldırıldıklarında, “Bilincimiz kapansa dahi tedavi talebimiz yoktur’ şeklinde dilekçe imzaladı. Dolayısıyla onları tahliye etmeyip, tedavi talepleri olmadığını bilerek hastanede tutmak, aslında onları bilerek, isteyerek ölüme terketmek demekti.
18 Temmuz’da görüşüne giden teyzesi aracılığıyla gönderdiği mektupta Ebru; “adaleti yalnızca kendileri için istemediklerini” belirtmişti.

“Hak arama mücadelesi veriyoruz. Tahliye olursak adalet mücadelesine omuz verebileceeğiz. Şu anda elimiz kolumuz bağlı adalet istiyoruz. Hiçbir şey yapamıyoruz. En çok canımızı yakan da budur. ‘Elimiz, kolumuz bağlı demek, gerçekten bizim için açlıktan daha zor.” diye yazmıştı.

Ebru’nun direnişinin 237. gününde teyzesi Yargıtay’a seslendi:

Devletin Yargıtayı ne Ebru’nun teyzesini, ne baroları, ne de kamuoyunu duydu… Ebru eyleminin 238. gününde, 27 Ağustos günü akşam saatlerinde yıldızlaşırken, devlet bu defa devrimci bir kadın avukatın katili olarak tarihe geçti.

Ebrunun açlıkla mücadelede erimiş bedeninden korkan devlet, bu defa onun cansız bedenine sahip çıkılmasından korktu…28 Ağustos’ta İstanbul Barosu önünde gerçekleşecek anmayı engellemek için, Ebru’nun cenazesini kaçırdı.

Ebru son yolculuğuna aynı gün öğlenden sonra Gazi Cemevi’nde gerçekleşen cenaze töreninin ardından Gazi şehitliğinde annesinin yanında toprağa verildi. Ebru’nun faşist Saray rejimine meydan okuyuşu, mücadeleciliği, sadece adalet mücadelesinde, tutsakların mahkemelerdeki savunmalarında değil, ezilenlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşayacak, yol gösterecek, ışık olacak!

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir