DOSYA 11
Kayıp Yakınları Sevdiklerini Botaş’a Ait Asit Kuyularında Aradı
1990’lı yıllar Kuzey Kürdistan’da devletin gözaltında kaybetme, faili devlet katliamları, işkencenin, baskının, zorun sınır tanımadığı karanlık zamanlardır.
O yıllarda Kürdistan’da en basit demokratik hak arama mücadelesi bile çoğu zaman karşılığı, kaçırılarak kaybetme, faili devlet katliamı ya da devlet korumasındaki Hizbullah’ın satırlı saldırısı sonucunda ölüm demek olabiliyordu.
Her sabah güne, “bugün kaç ölüm olacak, kimin ölüm haberini alacağız, acaba akşam eve dönebilecek miyim, bugün hangi köyden bir feryat yükselecek” sorularıyla başlamanın ağırlığını ancak yaşayanlar bilir…
1990’ların ikinci yarısında, JİTEM’in katlettiği birçok kişiyi BOTAŞ tesisleri, Sinan tesisleri, Cizre karayolu ve dere kenarlarına attığı ya da gömdüğü farklı kişilerce, birçok kez dile getirilmişti. Ancak o yıllarda siyasal koşullar nedeniyle meselenin üzerine gidilememiş, ta ki Ergenekon davasından yargılanan bazı sanıkların konuşmasına kadar bu süreç devam etmişti.
2008 yılında Ergenekon davası sanıklarının konuşması üzerine, kayıp yakınları, İHD, Şırnak ve Amed Baroları harekete geçmiş, kuyuların açılmasını, kalıntıların incelenmesini, DNA testiyle kimliklerinin saptanmasını ve cinayet davası açılarak sorumluların yargılanması talebini gündemleştirmişti.
Şırnak Baro’su, birçok kayıp kişinin cesedinin ilçedeki kimsesizler mezarlığında gömüklü olduğunu, buranın da araştırılması gerektiğini savunmuş…Faili devlet katliamlarının aydınlatılması için Ergenekon sanıklarından Tuncay Güney’in beyanları yerine, davanın Ergenekon dosyasıyla birliştirilmesini talep etmişti.
Yıllardır JİTEM tarafından katledilen insanların bu kuyulara atıldığı iddiası üzerine, Avukat Tahir Elçi bir röportajında kuyulara dair şu bilgileri aktarmıştı:
“Sinan Tesisleri denilen yerde açılan kuyularda JİTEM tarafından katledilmiş insanlara ait ceset veya kalıntıların bulunacağını bekliyordum. Bu tesislerin hemen arkasındaki Doruklu köyünden bir müvekkil 1994-1995 yılında bu tesisin bahçesindeki kuyunun üzerinde yapılan JİTEM infazlarıyla ilgili tanıklığını anlatmıştı. Köylüler, yaz akşamları damda otururken JİTEM’in infaz timine ait bir otomobil, ana yoldan saparak ve zikzaklar çizerek tesisin arkasındaki kuyunun başına gidiyor, 1-2 silah sesinden sonra otomobil aynı hızla yeniden ana yola girip uzaklaşıyor. Bu sıklıkla tekrarlanıyor.”
Tahir Elçi bu kuyuların faili meçhul cinayetlerin simge ve sembolü olduğunu söylüyor yıllar önce….Kaç kişinin JİTEM tarafından katledilerek bu ölüm kuyularına atıldığının sayısını ise, bilen yoktur…
O kuyularda bulunanların kimliklerine dair bilgiler kamuoyunca bilinmese de; özellikle Silopi ve Cizre’de devlet tarafından kimliği saptanmadan gömülen ya da kimsesizler mezarlığında bulunan yüzlerce cenazeden söz ediliyor.
1990’larda JİTEM infaz grupları tarafından tek tek veya bazen birkaç kişi toplu olarak alınıp götürülen kişiler katledildikten sonra kimliklerinin teşhisine yarar her türlü eşyaları alınarak cenazeleri bırakılıyordu. Daha sonra bir şekilde resmi makamlar cenazeleri alıp 3 gün morgda beklettikten sonra, yakınları sahip çıkmadı şeklinde işlem yapılarak, kimliği belirsiz olarak gömülüyordu.
O yıllar devletin Kürdistan’da sürdürdüğü kirli savaş, halk üzerindeki dizginsiz baskı ve zulüm, insanların korkudan “şu cenaze yakınıma ait” diyemediği zamanlardı. Kimliği belirsiz olarak gömülecek cesedin normal şartlarda otopsi işlemi sırasında teşhise olanak verecek şekilde fotoğraflanması, bunların dosyaya konulması ve belediyenin, mezara bir numara vermesi gerekiyordu. Ancak bunların hiçbiri yapılmadan, JİTEM’in ya da polisin katlettiği kişiler “ben devletim yaparım” anlayışıyla katillerin uygun bulduğu yerlere gömüldü.
Kürdistan’da Bir de Ölüm Tarlaları Var
1990’lı yıllar JİTEM’in hiç bir sınır tanımaksızın Kürdistan’da at koşturduğu yıllardı…Gün ortasında insanları evlerinden, işyerlerinden alıp götürüyor, sorguladıktan sonra katledip, Ferhat Tepe, Vedat Aydın örneklerinde olduğu gibi sağa-sola atıyordu.
Ergenekon davası sanıklarından Tuncay Güney’in anlatımlarında geçtiği gibi, JİTEM o dönem katlettiği sivilleri sadece ölüm kuyularına da atmamış. Güney itiraflarında Silopi’de açığa çıkarılan ölüm kuyularının dışında, Kürdistan’da başka kuyular ve ‘JİTEM Mezarlığı’ olarak adlandırılan ölüm tarlalarının mevcut olduğu bilgisini de verdi. Yani bölgedeki herhangi bir kuytu yer JİTEM’İN katlettiği insanların cesetlerini bıraktığı nokta olabiliyormuş. Dolayısıyla Kürdistan’ın bir çok yerinde ölüm tarlaları mevcut ve hala bulunmayı, bir mezar yeri edinmeyi bekleyen yüzlerce, hatta binlerce kayıp söz konusu…
Kürdistan’da neredeyse her yerleşim biriminde kimsesizler mezarlığının olması, aslında o dönem devletin kirli savaşının ulaştığı düzeyi gösteriyor.
O dönem katliamların yoğunlaştığı iki bölgenin Amed ve Silopi olduğu söyleniyor. JİTEM ekibi, Amed’den birini alıp cesedini Cizre veya Silopi yakınlarına atıyor. Cizre’den aldığını da Diyarbakır JİTEM’de sorgulayıp, Amed, Elazığ veya Urfa civarına atıyor.
Türkiye’de Bolu-Düzce-Sapanca üçgeni gibi, Kürdistan’da da JİTEM Amed-Cizre-Silopi güzergahını kullanmış. Amed-Cizre-Silopi güzergahı, 1987’de JİTEM’in kuruluşuna kadar uzanıyor.
Kayıp Yakınları: Asit Kuyuları Açılsın, Failler Yargılansın
Ergenekon davası kapsamında hakkında soruşturma süren Tuncay Güney’in, kayıpların akibetiyle ilgili olarak Mardin bölgesindeki BOTAŞ tesisleri yakınlarındaki kuyularda gömülü olduğunu siylemesi üzerine kayıp yakınları Kızıltepe ve Mutki savcılıklarına başvurdu.
Kayıp yakınları sacılıktan BOTAŞ’a ait Silopi ve Kızıltepe’deki bazı kuyuların açılmasını istedi.
Kayıpların JİTEM tarafından katledilip cesetlerinin bölgedeki kuyulara gömüldüğü bilgisi, itirafçı ve JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan’ın itiraflarında da yer almıştı.
Şırnak Barosu, kayıp yakınlarının başvurularını toplayarak Aralık 2008’de Silopi Başsavcılığı’na başvurmuş, savcılık 19 Şubat’ta yapılan keşif çalışmasının ardından 5 Mart’ta kazıya başlanmasına karar verdiğini açıkladı.
Ancak kazı, Başsavcı Atilla Öztürk, Şırnak Baro Başkanı Nurişevan Elçi ve avukatların katılımıyla, askeri karakolun bulunduğu, BOTAŞ tesisleri olarak bilinen bölgede 9 Mart 2009 günü başladı. Kazı esnasında gazetecilerin alana girmesine izin verilmedi.
O gün BOTAŞ tesislerinde yapılan kazıda kemik parçaları, fanila ve bez parçaları bulunduğu avukatlar tarafından açıklandı. Betonla kapatılmış bu kuyuların kazılmaya başlandığı 10 Mart’ta kemik parçası, saç teli, tüy, eldiven ve bere bulundu.
İlçeye yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta, Cizre karayolu üzerindeki eski Sinan lokantasının betonla kapatılmış kuyularda 12 Mart günü dokuz kemik parçası, yanmış ve üzeri kanlı giysi parçaları ve saç telleri bulundu.
Silopi’de kayıplardan kalanların bulunması için kazılan kuyulardan 13 Mart 2009 sabahı iki kemik parçası ve bir çorap çıktı. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ölüm kuyularında yürüttüğü kazılar 15 Mart 2009 tarihinde bitirdi.
Açılan Davalar Birbiri Ardına Cezasızlık Zırhıyla Kaplandı
12 Haziran 2007 tarihinde ümraniye’de bir gecekonduda 27 el bombasının bulunmasıyla başlayan orduya yönelik operasyonlar sonucunda Ergenekon soruşturması sürecinde, o zamanlar başbakan olan faşist şef Erdoğan; ‘faili meçhul’ dosyaların kendilerine iletilmesini istemiş…Ergenekon dava sürecindeki tanıklıklar üzerinden de bir kısım ‘faili meçhul’ dosyalar davaya dönüştürülmüş, bunu da demokratikleşme adımı olarak duyurmuştu. Ancak, 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen sonrasında faşist Saray rejiminin savaş konseptini yeniden devreye koymasıyla birlikte, adına demokratikleşme adımı dedikleri sürecin aslında Kürt halkına yönelik daha kirli bir savaşa hazırlık süreci olduğunu gösterdi.
O güne kadar açılan davalar bir bir kapatıldı…Zanlıların ceza alması bir yana faili devlet katliamlarının sorumluları terfi ettirildi. AKP-Ergenekon anlaşması sonucu, faşist Saray rejimi yeniden 1990’ların politikasına dönmekle kalmadı; katletmekte, yoketmekte çok daha fazla ustalaşmış olarak halklarımıza karşı kirli savaşanı sürdürüyor.
Bu savaşa son verebilecek, faşist Saray rejiminin savaş suçlarını açığa çıkaracak ve katilleri yargılayacak yegane güç, halkların mücadele ve direnişi olacaktır…