-V-
KÖLELİKTEN ÖZGÜRLÜĞE İLK ADIM SOSYALİZM
Sosyalizm İçin Mücadele ve Kadın Sorunu
Bu bölümü iki şekilde ele almak istiyorum. Birincisi, sosyalizmin kadına neler sunduğu, ikinci olarak da, özgürlüğe ilk adımın atıldığı Sovyetler deneyini bir ölçüde tartışacağım. Ancak, sosyalizmin kadına neler vereceğini tartışmadan önce Engels’in Morgan’dan aktardığı ve daha önce de değindiğimiz şu sözlerini yinelemek istiyorum:
“Eğer ailenin ardı ardına dört biçiminden geçmiş ve şimdi bir beşinci biçime bürünmüş olduğu olgusu kabul edilirse, ortaya bu (son-çn) biçimin, gelecek için sürekli olup olmayacağını bilmek sorunu çıkar. Buna verilmesi olanaklı tek yanıt, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi, toplum geliştikçe, aile biçiminin de değişmekte bulunduğudur. Aile biçimi, toplumsal sistemin ürünüdür ve onun kültür durumunu yansıtacaktır. Tek-eşli aile uygarlığın başlangıcından bu yana, heme modern zamanlarda çok belirli bir iyileşme gösterdiğine göre, en azından onun, iki cins arasındaki eşitliğe ulaşılana kadar, yeni olgunlaşmalara yetenekli olduğu düşünülebilir. Eğer uzak bir gelecekte, tek eşli aile, toplumun gereksinimlerini karşılayamaz bir duruma gelirse, onun yerini alacak olan ailenin nasıl bir öz taşıyacağını şimdiden söylemek olanaksızdır.” (35)
Engels, o güne kadar gerçekleşen bütün devrimlerin, “belirli bir mülkiyet türünün, bir başka mülkiyet türüne karşı korunması için yapıl”dıklarını (36) belirtiyor. Kapitalist özel mülkiyet biçimi de, toplumların evriminin ortaya çıkardığı gibi ilelebet devam edemez, bir noktadan itibaren yerini başka bir mülkiyet biçimine bırakması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kölecilikle başlayan ve toplumsal mülkiyeti alaşağı eden özel mülkiyet, proleter devrim sayesinde yerini tekrar toplumsal mülkiyete bırakacaktır.
Kadının köleleşmesi daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, özel mülkiyetle başlamıştır. Aynı şekilde, kadının köleliğinin ortadan kalkmasının yolu da özel mülkiyetin kaldırılmasıyla açılacaktır. A. Kollontay bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
“…Kadının doğal özelliklerinden ötürü ikinci derecede bir konuma itilmesine belirli ekonomik unsurlar neden olmuştur. Ancak bu ekonomik unsurların tümüyle ortadan kalkması, bir zamanlar onların köleliğine neden olan ekonomik yapıların evrimleşmesi, kadınların toplumsal konumunda kökte bir değişiklik sağlayabilecektir. Başka bir deyişle, kadınlar gerçekten özgür ve eşit bir duruma ancak, dönüştürülmüş ve yeni toplumsal, ekonomik ilkeler üzerinde kurulmuş bir dünyada kavuşabilirler.” (37)
Aynı sorunu Engels’de yine bir başka açıdan tartışıyor. Ancak hemen belirtelim ki, Marks ve Engels tartışmalarını daha çok değişmesi gereken şeyler üzerinden yapıyorlar. Gelecekte onların yerini nelerin alması gerektiğini haklı olarak fazlaca tartışmıyorlar. Engels’ten okuyalım:
“Öyleyse, süpürülmesi yakın görünen kapitalist üretimden sonra cinsel ilişkilerin düzenlenme biçimi üzerine bugünden düşünülebilecek şey, özellikle olumsuz bir nitelik taşır ve öz bakımından, ortadan kalkacak olanla yetinir. Ama bu işe hangi yeni öğeler katılacak? Bu, yeni bir kuşak yetişince belli olacak: yaşamlarında, bir kadını asla parayla ya da başka bir toplumsal güç aracıyla satın almamış olacak yeni bir erkekler kuşağı; kendini gerçek aşktan başka hiçbir nedenle bir erkeğe vermeyecek, ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdiği kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı. İşte bu insanlar dünyaya geldiği zaman, bugün onların nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar, kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoyunu kendileri yaratacaklardır –bir nokta, işte bu kadar.” (38)
Evet, “bir nokta” ancak özlenen güzel “bir nokta”.
Proletrya ve onun komünist öncüsü sermaye egemenliğini devirebilmek için proleter ve emekçi kadınların en geniş yığınlarını devrimci savaşıma çekmekle yükümlüdür. Proleter devrim savaşımına en büyük enerji ve inisiyatifle katılan kadın yığınları bizzat bu eylemleriyle kendi durumlarında da belirleyici bir devrimci değişimi başlatırlar. Kadının kurtuluşunun ilk ve temel koşulu, kadının köleliğinin temeli olan özel mülkiyete dayanan sermaye egemenliğinin yıkılmasıdır. Böylece proleter devrime geniş yığınlar halinde katılmakla kadınlar yalnızca kendilerini değiştirmekle kalmazlar, kadının kurtuluşunun koşullarının hazırlanmasına da etkin bir şekilde katılırlar.
Ne var ki, bunlar reformlar için mücadelenin önemsiz ve gereksiz olduğu anlamına gelmez. Reformlar ve parça talepler için mücadeleye ilgisizlik komünist parti ve örgütleri hareketsizliğe iterek yığınlardan koparır. Komünistler bugünkü düzenle çatıştığı sürece demokratik her istemin en kararlı savunucularıdır. Yasalar karşısında kadın ve erkeğin tam eşitliğinden başlayarak, sermaye egemenliğinin erkeklere tanıdığı ve yücelttiği tüm ayrıcalıklara karşı savaşımın geliştirilmesi için talepler ileri sürmek, geniş yığınları mücadeleye seferber etmek, sermaye egemenliğini devirmek üzere bilinç ve örgütlenmeyi geliştirmek gerekir. Reformlar ve parça talepler için savaşım ihmal edilemez, ama yalnızca onlar için savaşım, reformlar hedefiyle ınırlı bir mücadele tarzı ne sermaye egemenliğine ve ne de kadının köleliğine elini sürebilir. Böyle olduğu içindir ki, daha da önemli olan, reformlar için mücadeleyi devrimci bir tarzda yürütebilmektedir.
Toplumsal devrim sermaye egemenliğine karşı savaşımdan doğar ve bir hamlede kadının kurtuluşunu gerçekleştiremez. Ancak ilk ve temel adımlar atar ve tam kurtuluşunu sağlamak için işe koyulur. Kadının kurtuluşunun ilk ve temel koşulu çağdaş dünyada köleliğinin temel koşulu olan kapitalist özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Yalnızca sermaye egemenliğini devirme yeteneğinde olan proletarya, kapitalist özel mülkiyeti tasfiye etme güç ve yeteneğine de sahiptir. Proleter devrim, derhal ve ikircimsiz kadın ve erkeğin eşitliğini, toplumsal bakımdan eşit hak ve görevlere sahip olduklarını ilan eder ve kapitalizmin birkaç yüzyılda gerçekleştirme yeteneği gösteremediği, yasalarda tam eşitliği gerçekleştirir. Çünkü proletarya ve sosyalizm kapitalizmin çekirdek aileyi temel almasının aksine, erkek ya da kadın siyah ya da beyaz, dinsel, ulusal, cinsel farklılık gözetmeksizin özgür bireyleri temel alır. Kendisiyle ilgili her konuda karar verme hakkı özgür bir birey olarak kadına aittir. Erkeğe ayrıcalık ya da üstünlük tanıyan, kadını aşağılayan tüm yasaları, bir hamlede lağveder, aynı nitelikteki toplumsal gelenek ve değer yargılarına karşı savaşımı yoğunlaştırıp geliştirerek şiddetlendirir.
Kapitalizm kadın sorununu çözme yeteneğinden yoksun olmanın da ötesinde kendi mantığı ve koşulları içerisinde kadın sorununu yeniden ve yeniden üretir. Kapitalizmden nitel olarak daha yüksek bir emek örgütlenmesi demek olan sosyalizm, bunu başarabilmek için üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmaya girişir. Ancak bu sayede, emeğin ve toplumsal üretimin toplumsal amaçlarla bilimsel olarak yeniden ve planlı bir biçimde örgütlenmesi olanaklı olur. Sosyalizm, kadının eşit toplumsal hak ve görevlere sahip olduğunu ilan etmekle kalmaz, bizzat bunların koşullarını da gerçekleştirir. Çalışmak toplumsal bir görevdir ve çalışmayan aç kalır diyen sosyalizm, kadını toplumsal üretime katılmaya çağırmakla kalmaz, onu bilinçli ve planlı bir biçimde kutsal eşiğin dışına çıkarır, toplumsal üretime katar, erkeğe ekonomik bağımlılığına son verir. Emeğe göre ücret ilkesi üretim sürecinde cins ayrımcılığını ortadan kaldırır.
Kadının bütün üretici güçleri seferber edilmeksizin sosyalizmin inşası düşünülemez bile. Diğer yandan sosyalist inşanın ilerlemesi, yüzyılların tortusu olan kadının geriliğini ortadan kaldırabilmenin olanaklarını hazırlar. Çünkü, kadının özgürlüğü için çocuğun eğitim ve bakımından devlet tarafından üstlenilmesi, mutfağın ve tükenmek bilmez ev işlerinin tutsaklığından kurtarılması gerekir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde zafere ulaşacak proleter devrimler için bu gerçekleştirilmesi hiç de zor olan bir iş değilken, geri ülkelerde durum farklıdır. Toplu çamaşır haneler, mutfak vb. içinde aynı şey geçerlidir. Bunlar kadının ev işlerinin tutsaklığından kurtuluşunun koşullarını hazırlar. Ancak sosyalist inşanın hızla ilerletilmesi, üretici güçlerin hızlı gelişimi sayesinde kadının kurtuluşuna giden yolda yeni yeni programatik adımlar atılabilir. İnsanlığın kendi yazgısına ilk kez hükmettiği sosyalizm, tüm zenginliklerin toplum yararına kullanımını bilimsel olarak planlayabilir. Eğitime büyük olanaklar ayrılır. Kadınların cehaletin pençesinden kurtulması için büyük bir seferberlik başlatılır. Kadının eğitimi ve yeteneklerini geliştirmek için tüm olanaklar seferber edilir. Köleleştirici ev işinden ve ev köleliğinden kurtulan, bilimsel bilgiyle donanan, özgürlüğünü ve bağımsız kişiliğini kazanan kadının gücü, kadının tam kurtuluşu için olduğu gibi tüm insanlığın kurtuluşu davası için de savaşıma seferber edilir.
Sosyalizm kadının kurtuluşu (ve tüm insanlığın kurtuluşu için) bunlarla yetinemez, aynı zamanda yeni bir insan, insanlar arasında yeni ilişkiler, yeni değer yargıları ve özel mülkiyet, egemenlik ve bağımlılık, cins ve ırk ayrımcılığı pislikleriyle kirlenmemiş yeni bir ahlak yaratmak zorundadır. Çocuk bakımının devlet tarafından üstlenilmesinin ve ev işinin toplumsal sanayinin bir kolu haline getirilmesinin bir hamlede gerçekleştirilmesi olanaksız olduğuna göre, yeni bir ahlakın yaratılması, kadın ve erkeğin bu sorumlulukları paylaşması kaçınılmazdır.
Kadın Özgürlüğü İlk Defa Sovyetlerde Tanıdı
1917 Ekim devrimiyle, Sovyetler’de kadının özgürleşmesinin yolu açıldı. Lenin’in deyimiyle “taşı taş üzerinde bırakmadı”lar. Sovyetlerde Ekim devriminin kadınlara kazandırdıklarını anlayabilmek için, devrim öncesinde kadının durumunun ne olduğunu kaba hatlarıyla bilmek gerekiyor. Bilmek gerekiyor ki, Ekim’in hakkı verilebilsin.
Burada Çarlık yasalarından bulabildiğimiz birkaç örneğe yer vermek yararlı olacak, ayrıca daha sonra vereceğimiz Sovyet yasalarıyla karşılaştırma imkanını da sağlayacaktır.
“Mad. 106– Koca, karısını kendi bedeni gibi sevmek, onunla uyum içerisinde yaşamak, hasta düştüğü zaman ona yardım etmek zorundadır. Elindeki bütün olanak ve yeteneklerle onun gereksinimlerini karşılamak görevidir.
“Mad.107– Kadın, ailenin başı olan kocanın sözünü dinlemek, ona sınırsız bir sevgi, saygı beslemek, her dediğini yanmak, her an iyiliğini düşünmek, evin hanımı olarak sıcak bir sevgi göstermek zorundadır.
“Mad. 164– Ana-babaların hakları: ana-babaların, cinsi ve yaşı ne olursa olsun çocuklarına buyurma hakkı vardır.
“Mad.165– Ana-babaların, dikbaşlı, söz dinlemeyen çocukları, evde cezalandırmaya hakları vardır. Evde verilen cezalar yetişmezse, ana-babalar:
1- Ana-baba yetkesine bile bile uymamaktan, ahlaksızlıktan ve daha başka yüz kızartıcı suçlardan çocuklarını hapse attırabilirler;
2- 2- Çocuklara karşı dava açabilirler. Ama-baba yetkesine uymamaktan, ahlaksızlık falan gibi suçlardan sorgu yargıçlığının soruşturmasına gerek kalmaksızın, 2 aydan 4 aya kadar hapis cezası verilebilir. Bu gibi hallerde, ana-babaların cezayı kısaltma ya da erteleme hakları vardır.” (39)
Rusya çarlık despotizmiyle yönetiliyordu. Çar ve aristokrat sınıf varlık içerisindeyken, geniş emekçi kitleler sefalet ve ağır koşullar altında yaşamaya çalışıyorlardı. Ortodoks papazların maaşı devlet tarafından ödeniyordu. Ortodokslar dışındaki diğer bütün mezhepler hem yasalarda, hem de gerçek yaşamda aşağılanıyor ve horlanıyorlardı. Özellikle Katolikler ve Yahudiler tüm haklardan yoksun bırakılırken, Protestan ve Müslümanlara çok sınırlı bir takım haklar tanınmıştı. Kapitalizmin kentlerde gelişmekte olduğu ama geniş kırsal kesimde feodalizmin egemen olduğu geri kapitalist bir ülkeydi Rusya. Kuşkusuz, bu ülkede her ir sınıftan kadınların durumu da, içinde yer aldıkları sınıfın konumuyla belirleniyordu. Nüfusun yüzde 80’ini köylülük oluşturuyordu ve büyük bir sefalet hüküm sürüyordu. Sık sık baş gösteren kıtlıklarda milyonlarca insan ölüyordu. Toprakların verimli ve büyük kısmı toprak ağalarının, Kilise ve Çarlığın elinde toplanmıştı. George St. George, Sovyetler Birliğinde Kadın adlı kitabında bu koşullarda kadınların durumunu şöyle anlatıyor:
“Aristokrat ve zengin sınıfın kadınları diğer Avrupa toplumlarındaki gibi, yani cinsel nesne muamelesi görüyorlardı. Şımartılıyor, hayranlık duyuluyor, ‘korunuyor’ evlilikle tırampa ediliyorlardı: halkın büyük çoğunluğuyla çok az bağlantıları vardı.
“Meschiane (orta sınıf tacirleri, zanaatçıları ve küçük memurları) kadınları ataerkil yaşama uygun yaşamaktaydı; kızlar ailelerinin mülkiyetinde sayılmaktaydılar. Genellikle eğitimsiz bırakılmışlardı ve tüm kişisel özgürlüklerden, özellikle de evlilikte seçme özgürlüğünden yoksundular. Bu aristokrasinin tepeden baktığı, liberal intelligentsia’nın ise aşağıladığı vurdum duymaz, tutucu bir sınıftı” (40)
“Köylü kadınların özel bir konumu vardı. Hiçbir zaman cinsellik nesnesi olarak değerlendirilmedikleri gibi her şeyden önce, her köy evinin vazgeçilmez unsuru işgücünü sunuyorlardı…” (41)
“…Rusya’daki sınai gelişmenin ilk adımları işçilerin en acımasız biçimde sömürülmesiyle belirleniyordu; makinalar kaba kuvveti gederek daha gereksiz kılarken kadın ve çocuklar ölümcül ücretlerle ve insanlık dışı koşullar altında değirmen ve fabrikalarda çalışmaya itiliyorlardı…” (42)
Tüm bu farklı sınıf ve katmanlardan kadınların ortak kaderi de, her türlü yasal haktan yoksun olmak ve din kurumları tarafından belirlenen kurallar çerçevesinde yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmalarıdır.
Hıristiyanlığın kadın için öngördüğü, en aşağılayıcı, baskıcı kuralla Rusya’da dinin düzenleyiciliği altında kadının “yazgısı” olarak belirlenmiştir. İstatistiki verilere göre 1913 yılında kadınların yüzde 83’ünün okuma yazma bilmeyen ve okumu yazma bilenlerin yüzde 17’sinin ise aristokrasinin kadınlarından oluşturuyordu. Devrimle birlikte kaçıp-göçenler çıkarıldığında, kadınlarda okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 95’lere kadar tırmanıyordu. Yüzde 95’inin okuma yazma bilmediği bir ülkede, elbette kadınların eğitim durumundan, ihtisaslaşmadan vb. bahsetmenin anlamı olmadığı açık bir gerçektir.
Başka bir istatistiki veride ise şunları okuyoruz:
“…Ücretli işlerde istihdam edilen kadınların yüzde 55’i hizmetçi olarak ve yüzde 25’, büyük toprak sahipleri ve kulaklar (zengin köylüler) için çiftlik işçisi olarak çalışıyordu. Yalnızca yüzde 13.’ü, işletmelerde ve şantiyelerde (buralarda bile az beceri gerektiren işlerde) ve yüzde 4’ü, eğitim veya sağlık kurumlarında istihdam ediliyordu…”(43)
Erkekle aynı işte günde 13-14 saat çalışan kadınlar, erkeklerin aldığı ücretin yüzde 75-50’si kadar ücret aldıkları ve kadınların haklarının korunması için hiçbir yasal düzenlemenin olmadığını da yine aynı istatistiki verilerde buluyoruz.
İşte bu koşullarda Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler. Ve hiçbir yasal hakka sahip olmayan kadınlar, devrimin hemen sonrasında yasal olarak bütün haklara kavuştular. Devrimin ilk adımı kadın ve erkek arasında yasalarda yer alan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması oldu. Lenin bu durumu şöyle dile getiriyor.
“Sovyet Cumhuriyetinin ilk görevlerinden biri, kadın haklarındaki bütün sınırlamaların ilgasıdır…” (44)
Ekim devrimi kadınlara o günün koşullarında muazzam kazanımlar sunmuştu. Neydi bu kazanımlar?
“28 Kasım 1917 günü dünya yüzeyinin altıda birini kaplayan ve farklı kültürel ve dinsel gelenekli yüz otuz kadar milliyet ve etnik grubun yaşadığı uçsuz bucaksız ülkede cinslerin tam iktisadi, yasal, siyasal, kültürel, cinsel ve hatta biyolojik eşitliği ilan edildi. Kadınların aşağılık konumlarını tarihsel olarak destekleyen kültürel ve dinsel gelenekler yasadışı ilan edildi ve cezai yaptırıma bağlandı. Bu soruna hiçbir zaman bu denli geniş cepheden ve nihai çözüme ulaştırmak amacıyla bu denli kararlılıkla saldırılmamıştı.” (45)
İlk olarak, “Barış ve Toprak” hakkındaki “Sovyet Kararnameleri” çıkarılır. Bu kararnameyle köylü kadın ve erkek eşitlenir. Bunu daha bir dizi kararnameler takip eder. 29 Ekim1917’de 8 saatlik işgünü uygulaması başlatılarak, kadınların gece işlerinde çalıştırılması yasaklanır. 14 Kasım 1917’de doğumla ilgili sorunlar çözülerek; doğumdan önce ve sonra 8 haftalık zorunlu izin yasaya bağlanır. Ücret tespitinde cinse göre hareket edilmesi yasaklanarak, eşit işe eşit ücret ilkesi yürürlüğe konur. 18 Aralık 1917’de evlilikte kadını ikinci sınıf konuma düşüren, erkeğin/kocanın baskısı altında tutan yasalar değiştirilir, kadınla erkeğe eşit haklar verilir. Boşanma kolaylaştırılır, meşru ve gayri meşru çocuk ayrımı ortadan kaldırılır. 1920’nin Kasım ayında kürtaj yasallaşır.
Lenin, yasalarda gerçekleştirilen bu değişimlerin, günlük yaşamda tıkır tıkır gitmediğini, özellikle kırsal alanda yasaların uygulanmasının daha da zor olduğunu belirtir ve tüm bu düzenlemeleri kendisi şöyle tasvir eder:
“Demokratik nitelikli bir parti, dünyadaki en ileri burjuva Cumhuriyetlerinde bile, on yıllar boyunca, iktidarımızın ilk yıllarında bizim bu alanda yaptıklarımızın yüzde birini daha yapamamıştır. Biz, kadını eşitsiz bir konuma koyan rezil yasaları gerçekten yerle bir ettik. …Fakat geçmişin artıklarını, burjuva yasalarını ve kurumlarını adamakıllı temizlemedikçe daha da açıkça görüyoruz ki, alanı yalnızca üzerine yeniden inşaya başlamak üzere temizledik: fakat henüz inşaya başlamış değiliz…” (46)
O günün koşullarını biraz olsun kafamızda canlandırabilmek için, devrim sonrasında gerçekleşen bir olayı aktarmak istiyoruz:
“…Köleliğin bu feci görüntüleri, Sovyet iktidarının kurulmasından sonra dahi sürüyordu. Bunları tasfiye etmek son derce zordu. Ben bu koşulları parti tarafından 1923’de Orta Asya’ya gönderildiğimde karşılaştım.
“Buradaki iktisadi ve kültürel gerilik tarife sığmazdı. Türkmenler arasında erkeklerin ancak yüzde 0.7’si okur yazardı; (dikkat erkekler, kadınlar değil-bn) Özbekler arasında ise bu oran yüzde 3 idi. Okur yazar olan kadın yoktu. Modern tıbbın varlığı bilinmiyordu. Hasta çocuklar, hastalığa karşı muska satan mollalara götürülüyordu. Kadınlar içi kül dolu çukurlara çömelip doğum yapıyorlardı.
“Kurumsallaştıktan sonra kadınlar, tabi gizlice, bize başvurmaya başladılar. Örneğin şu tipik bir durumdur: Djetesui bölgelerinden bir kadın bize şu mesajı göndermişti. ‘Babam beş yaşındayken beni evlendirdi. On üç yaşındayken kocam beni yanına aldı. Kısa süre içinde ikinci, sonra üçüncü bir kadınla evlendi. Evden kaçtım, amcam beni kabul etti. Şimdiyse beni bir başkasına satıyor’…” (47)
Bu o günün Sovyetlerinden, yalnızca küçücük bir örnek…
Sovyetlere dışarıdan bakanların düşünceleri ise o dönem kısaca şu olmuştur:
“1920’lerde Sovyetler Birliği’ne getirilen yabancı uzmanların çoğunun buldukları koşullar karşısında nutkunun tutulduğunu, içlerinden çoğunun, kontratlarının sona erdiği bir ya da iki yıllık dönemin sonunda, sanayileşme yolundaki tüm Sovyet çabalarının başarısızlığa mahkum olduğu kesin inancıyla geri döndüğünü belirtelim.” (48)
1928 yılında ilan edilen ilk 5 yıllık planla alay edip gülen yabancı uzmanlar, hedefe 4 yıl içerisinde varıldığını şaşkınlıkla izlerler. “…çoğu kız, eğitimsiz genç işçiler 1500’den fazla sanayi kompleksi kurdular. Planın tamamlandığı 1932 yılında Sovyetler Birliği’nin sınai üretimi (Çarlık yönetiminin son barış yılı olan) 1913’deki düzeyin yüzde 253’ü oranında artmıştı. Hizmetler hariç gayri safi milli hasılanın yıllık artış oranı 19.2’yi bulmuştu ki, bu sanayileşmiş ulusların tarihinde eşi görülmemiş bir rakamdır.” (49)
Bolşevikler alanı işte böyle açtılar ve sosyalist inşayı gerçekleştirme yolunda, dev adımlar attılar. Evet atılan adımların devasa olduğunu düşünüyoruz ve karşı çıkanların da, fazla değil, devrim öncesinde verdiğimiz birkaç istatistiki rakama, bilgiye bakmalarını öneriyoruz…
1920’de Orta Asya Cumhuriyetlerinde kadının kölelikten kurtulması için bir taarruz başlatılır. Ve kadınlar köleliklerinin simgesi olan, at kılından yapılmış örtülerini atarak, örtüleri törenle yakarlar.
Lenin, kadının mutfağa, eve hapsedilmekten ve ev işlerinin kadın bu sıkıntılardan kurtulmadıkça, kadının özgürleşmesinin (tüm yasalara rağmen) sağlanamayacağını sürekli vurgulamış ve bu doğrultuda adımların atılmasında zorlayıcı olmuştur. Toplu çamaşırhaneler, yemekhaneler, bedava çocuk bakımevleri, kreşler açılarak bu doğrultuda adımlar atılmıştır. Kuşkusuz, atılan bu adımlar ihtiyacın ancak küçük bir bölümünü karşılayabiliyordu. Bu faaliyetlerin yaygınlaştırılması da Bolşeviklerin planları dahilindeydi.
Bu konuda, Bolşevik Partisi adınlar Seksiyonu (Zhenotdel) önemli görevler üstlenir. Ve her düzeyde parti komitelerinin bünyesinde Kadın Seksiyonları oluşturulur. Seksiyonların başlıca görevi ise, partili kadın sayısının artması için faaliyet yürütmek, sosyalist inşaya geniş kadın kitlelerinin gönüllü katılımını sağlamaktır. 1923 yılında Zhenotdel’in üye sayısı 58 bine ulaşmış, en etkili faaliyetlerinden biri de, kadınlar arasında okuma yazma oranının arttırılması olmuştur. “Zhenotdel’in parti sekreterine sorumlu olan direktörü sadece Zhenotdel’e özgü olaylara nezaret etmekle yetinmiyordu, yaşamın kadınlarla ilgili her alanında söz sahibiydi…” (50)
Sovyet halkı, kadınıyla erkeğiyle elele vererek, özgür toplumun inşa edilmesinde büyük bir özveriyle çalıştılar. Erkeklerle eşit olduklarını ispatlamak için özel çaba harcamadıklarını, yaşamda eşitliği sağlamaya çalıştıklarını şu satırlar çok güzel dile getiriyor:
“…Yalnızca tarihsel olarak en zor işlere alışkın ve tüketici tolumun aşırılıklarıyla karşı karşıya gelmemiş kadınlar, onların yüz yüze bulunduğu son derece zor koşullar altında –doğru dürüst alet, barınak olmaksızın ve genellikle de aç- bu denli coşkulu olabilirdi. Onların erkeklerle eşit olduklarını kanıtlamak için sütyenlerini ya da kilotlarını yakmak gibi bir sorunu yoktu. –böyle şeylerden haberdar bile değildiler. O yıllar Sovyetler Birliği’nde çalışmış bir Amerikalı mühendis, iki Rus kızının aybaşları Pravda’nın mı yoksa İzvestia kağıdının mı daha emici olduğunu tartıştıklarını hatırlatıyor…” (51)
Bu koşullardaki Sovyet kadını kısa sürede önemli haklar elde etti. Lenin’in deyimiyle “bütün demokratik cumhuriyetlerin 130 yılda yapabildiklerinden çok daha fazlasını yaptı.”…
İşte Ekim’in büyüklüğü bunlarda somutlaşıyor… Ve işte sosyalizm kadın sorununun çözümünün yolunu açma yeteneğini böyle ortaya koyuyor.
Ekim devriminden sonraki ilk yıllarda ya da Lenin’in yaşamda olduğu dönem sosyalizmin büyük başarıları kabul edilmektedir. Ancak daha sonraki yıllar ve Stalin’in önderliği altındaki birkaç on yıllık dönemde Sovyet kadınının durumunda meydana gelen devasa dönüşümler göz ardı edilmekte dolaylı ya da açık sosyalizmin bütün düşmanları Stalin’e ateş yağdırmaktadırlar. Günümüzde Marksist-Leninist hareketler bütün ülkelerde bu aynı anti komünist ateş altında gelişip büyümüşlerdir. Sınıf mücadelesinin büyük tarihsel deneylerini ve tarihe mal olmuş büyük devrimci şahsiyetleri sınıf düşmanlarının gizli ya da cepheden bütün saldırıları karşısında savunmak Marksist-Leninistlerin şaşmaz devrimci bir görevidir. Ancak eğer Marksist-Leninist teorinin eleştirici karakteri karartılıp bozulmaya başlarsa, devrimci içeriği de bozulur. Tarihsel deneyler karşısındaki Marksist-Leninist tutum, yalnızca onların tam bir kararlılıkla savunulmasından ibaret değildir. Onlar eleştirel bir değerlendirmeye de tabi tutularak dersler çıkarılmalıdır.
Sosyalist inşa deneyinin zenginliği biliniyor. Burada, kendimizi yalnızca konumuzla sınırlamaktan da öte, kaynak sorunu nedeniyle ele aldığımız yanları da çok derinliğine inceleyemeyeceğiz. Ancak yine de deneylerin değerlendirilmesi tartışmalarına girmek gerekiyor.
Sovyet Anayasası’nın (1936) kadınlarla ilgili maddelerini burada anımsamak yerinde olacaktır.
“Madde 12. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde iş, çalışmaya erkli her yurttaş için –çalışmayan yemez- ilkesine uyan bir görev ve şereftir.
“Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde, -herkesten yeteneğine göre, herkese çalışmasına göre- sosyalist ilkesi geçerlidir.”
“Madde 122. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde, ekonomik, medeni, kültürel, siyasal ve diğer sosyal alanlarda kadına erkek kadar eşit haklar verilmiştir.
“Kadınların bütün bu haklarının gerçekleşmesi imkanı iş, ücret, dinlenme, sosyal sigorta ve öğrenimde kadınlara erkekler kadar eşit haklar verilmesi, ananın ve çocuğun menfaatlerinin devlet tarafından korunması, kadına ücretinin devamı suretiyle gebelik izini verilmesi, geniş bir doğum, çocuk bakım evleri ve bahçeleri şebekesi yollarıyla elde edilir.
“Madde 123. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yurttaşlarının, milliyet ve cins farkı gözetilmeksizin ekonomik, medeni, kültürel, siyasal ve diğer sosyal alanlarda eşitliği değişmez bir yasadır.” (52)
George Sn George Sovyetler Birliği’nde kadının durumunu incelerken, Sovyet Anayasası’na da başvurur. Hatta ilgili bölümün başlığını “STALİN ÇAĞI” olarak koymuştur. Ve yazar, “Stalin Çağı” boyunca elde edilen gelişmeleri verir. Bütün liberal eleştirmenler gibi, Stalin’e düşmanlığını sık sık vurgulamaktan hoşlanan yazar, 1918-1941 döneminde gelişen Sovyet kadınları kuşağını şöyle anlatıyor:
“…Onlar artık cahil ve yılgın değildi, hayattaki konumlarından gurur duyan, çeliş çekirdek bir kuşaktı. Ve Sovyet liderleri onlara güven duyarak yetişmişti.” (53)
***
Burada önce üzerinde çokça durulan boşanma özgürlüğü ve aile tartışmaları üzerinde durmak istiyoruz, ama ilkin devrimin getirdiği tam boşanma özgürlüğünün toplumda bıraktığı izlere bir bakalım:
Tam boşanma özgürlüğüyle birlikte, sahipsiz çocuk çeteleri türer. Çünkü sosyalizm henüz tüm çocukların bakımını toplumun üstlenebileceği olanaklara sahip değildir. Koşullar böyle olunca, çocuklar ya ortalıkta kalmış ya da tam boşanma özgürlüğü, adının sırtına önemli bir yükün yüklenmesini getirmiştir. Boşanmaya erkekler daha çok rağbet etmiş, nafaka sorunu da olmadığı için, kadınlar çocuklarıyla birlikte yokluğa ve sefalete terk edilmişlerdir. İşte başıboş çocuk çetelerinin oluşumu böyle başlamıştır. Kuşkusuz bu noktada, bir tartışma yürütürken kadının tarihsel ezilmişliği ve toplumsal değer yargılarının bir anda sihirli bir değnekle ortadan kalkamayacağını; gelişmelerin o günün ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullarının üzerinde yükseldiğini unutmayalım.
NEP politikasının etkilerinin olumsuz payının da kadının durumunun kötüleşmesine katkıları olmuştur. İşsizliğin ortaya çıktığı koşullarda tırpanın önüne ilk gelenler vasıfsız işçilerdir. Henüz kendi temeli üzerinde gelişmiş bir sosyalist toplum olmayan o günün Sovyetlerinde de, vasıfsız işçilerdir. Henüz kendi temeli üzerinde gelişmiş bir sosyalist toplum olmayan o günün Sovyetlerinde de, vasıfsız işçilerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyordu. Devrim öncesi Rusya hatırlanırsa bunun edeni de kolayca anlaşılabilir. İşsizliğin getirdikleri de eklenince tüm diğer olgularla birlikte evlilik ve boşanma yasasının tartışılıp gözden geçirilmesi gerekti ve 1926 yılında yasa değiştirildi.
George St. Geroge kitabında bu durumu şöyle dile getiriyor.
“1918’de, büyük olasılıkla Lenin’in şahsen kaleme aldığı Evlilik ve Aile Yasası çıkarıldı; bu yasayla o güne değin görülmemiş bazı özgürlükler getiriliyordu. Özellikle evlilik ve boşanma hakkı halk tarafından istismar edildi. Evlilik taraflardan birinin kararıyla sona erebiliyordu; bu durum, kadınları baştan çıkarıp evlendiklerinin ertesi günü kapı dışarı eden çapkınların türemesine yol açmıştı.” ’54)
Aleksandra Kollontai’in Marksizm ve Cinsel devrim kitabında kadının özgürleşmesi ve özgür birlikteliklerin gerçekleşmesi için döne döne vurguladığı çifte ahlakın (erkeğe farklı, kadına farklı) öncelikle ortadan kalkması, toplumsal bir dönüşümün sağlanmasının gerekliliği, henüz Sovyetlerde sağlanamamıştı. O koşullarda boşanma özgürlüğü de kadına ek yükten başka bir şey vermemişti. A. Kollontay gerçek serbest aşkın gerçekleşmesinin koşullarını şöyle dile getiriyor:
“Serbest aşk ilkesinin belli bir ölçüde gerçekleşebileceği elverişli zemini ancak, toplumsal ilişkiler alanındaki bir seri köklü reform, aile yükümlülüklerini topluma ve devlete geçirecek reformlar yaratacaktır. Şekli ne kadar demokratik olursa olsun bugünkü sınıf devletinin, annenin bütün yükümlerini, giderek genç kuşağın halen bireysel hücre durumundaki ailenin üstlendiği yükümlerini üstüne almaya hazır olduğunu sanmak mümkün müdür?” (55)
Evet Kollontai’in deyimiyle; “erkeğin içindeki ejderha öldürülmeden, kadının beyaz kuşu özgür bırakılmadan” gerçek anlamda serbest aşkın yaşanabileceğini düşünmek büyük bir yanılgı olur.
Sovyetler’de tam boşanma özgürlüğü 1926’ya kadar zor dayanır ve 1926’da yeni boşanma yasasıyla boşanma zorlaştırılır.
“1920’lerin acımasız ekonomik koşulları altında, yeni yasaların cinsel konularda ve evlilik ilişkilerinde tanıdığı geniş özgürlükler kadınların (ve çocukların) suistimaline ve sömürüsüne yol açtı. Koşulları göz önüne alan Troçki, 1918 Aile Yasası’na göre büyük bir gerileme olmasına rağmen şu veya bu biçimde kadınları korumaya devam eden 1926 Aile Yasası’nı ehvenişer kabul ederek destekledi.” (56)
G.St.George şu şunları yazıyor:
“Lenin’den sonra Sovyet devletinin çarkını elinde tutan Stalin, Lenin’in düşüncelerine ihanetle suçlanmıştır. Stalin’in tiranca yöntemlerini (bütün burjuva liberaller O’na böyle seslenir-bn) aklamak istemiyorum; ancak Lenin’in kuramlarla uğraşırken çoğu kez ihmal ettiği maddi hatla, ülke yeni baştan kurulurken karşılaşılan pratik sorunlarla Stalin başa çıkmak zorundaydı. Kaosu sona erdirmek gerekiyordu; acil olarak ele alınması gereken bir konu da insan ilişkileriydi.
“1926’da, başlıca amacı evlilik bağlarını sağlamlaştırmak ve sorumluluk duygusunu yerleştirmek olan yeni bir Evlilik ve Aile Yasası çıkarıldı. Serbest ilişkiler yasal evlilikle bir tutuldu; erkekler artık bütün sorumluluğu kadınlara bırakarak spor yapar gibi sevişemeyeceklerdi. Boşanmalar zorlaştırıldı ve boşanma ücretleri arttırıldı.” (57)
Şirin Tekeli değişimi şöyle değerlendiriyor:
“…1926’dan itibaren Riazanov’un öncülüğünde geliştirilen yeni aile yasasıyla birlikte geni dönüş başladı…” (58)
Burada tartışılması gereken ve önem taşıyan kadının gerçek özgürleşmesinin sorunlarıdır. Tam boşanma özgürlüğü elbette gerekli, ancak koşullarla birlikte düşünülmelidir. Nesnel ekonomik ve toplumsal durum nedeniyle, kadının sırtına yen yükler yüklüyorsa, bu koşullarda düz bir mantıkla sonuçları göz ardı edilerek soruna tam boşanma özgürlüğü olmalıdır şeklinde yaklaşılamaz. Kadını özgürleştirecek koşulların oluşturulması bu durumda daha da önemlidir. Bu maddi koşulların bir hamlede elde edilemeyeceği açık bir gerçektir. Henüz bu koşullar elde edilememişse kadını koruyucu yasalar gerekir. 1926 Evlilik ve Aile Yasası’nın günün koşullarında anlamı nedir ve hangi ihtiyaçlardan doğmuştur? Proleter devrim tam boşanma özgürlüğünü getirmiştir ve bu kadının özgürlüğünü hedefler, ancak nesnel ekonomik ve toplumsal gelişme düzeyi nedeniyle bu, kadınların aleyhine dönmüştür. Sovyet iktidarının buna seyirci kalması düşünülemezdi. Kadını koruyacak yasal önlemler gerekiyordu. Bu, komünistlerin ilkede tam boşanma hakkını savunmalarıyla da çelişmez, bundan vazgeçmelerini de gerektirmez. Eğer bu hak belirli koşullarda kadının aleyhine bir durum yaratıyorsa, bu durum düzeltilmelidir. Eğer toplum, henüz çocuğun bakımını üstlenecek toplu çamaşır ve yemekhaneler açacak durumda değilse, ilk iş tüm bu sorumlulukların kadın ve erkek arasında eşit dağılımını sağlamak olmalıdır. Yani yeni bir kültür ve ahlak oluşturmak gerekir.
Burada sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Bolşevikler tam bir devrimci kararlılıkla toplumsal projelerin/ütopyalarını pratiğe soktular. Büyük bir devrimci irade ve kararlılık gösterdiler. Ancak nesnel ekonomik ve toplumsal koşullar, o gün için tam boşanma özgürlüğünün gerçekleşebilme sınırlarını da gösterdi. Bu durumda Bolşeviklerin nesnel durumun ortaya koyduğu düzeltmeyi yaparak kadını ve çocuğu koruyucu yasal önlemler almaları doğru ve gerekliydi. Tam boşanma özgürlüğünden atılan geri adım, işte böyle bir adımdır.
***
Evlilik ve Aile Yasası’ndaki tartışmalar burada bitmiyor. Daha sonraki süreçlerde, SSCB’de aile tartışmaları devam ediyor. Tony Cliff 1935-1936 yıllarında boşanma yasasıyla ilgili yeni değişiklikleri tartışarak, boşanmaya getirilen yeni zorluklara değiniyor. T.Cliff ve G.St. George’nin birleştiği bir nokta var o da analığın önemli bir propaganda malzemesi olarak kullanılması. Burada olumsuz bir gelişmenin olduğu dikkat çekiyor. Bu durum özellikle de Sovyet kadınının tanımlanması bakımından önemli.
“Ve nihayet devlet ondan ailesini güçlendirmesini, zamanının bir kısmını ev hayatını iyileştirmeye ayırmasını beklemektedir-bu da onun fiziksel ve sinirsel enerjisinin büyük kısmını alır. Başka bir deyişle, işçi, ana ve ev kadını işlerini birleştirmelidir. Bu işlevlerden birini ihmal etmesi kaçınılmazdır; ya da üçünü birden aksatacaktır.” (59)
Aynı şekilde T.Cliff’den şunları okuyoruz:
“Annelik önemli bir propaganda teması haline geldi. ‘Çocuksuz bir kadına acımak, gerekir, çünkü yaşamın zevklerini bilmiyor. Sovyet kadınına dünyanın en soğuk ülkesindeki güçlü ve safkan insanlara annelik etme mutluluğu verilmiştir.” (60)
Altını çizdiğimiz anlayışlar, Lenin’in kadınlar için düşünüp, planladğı anlayışlardan hayli uzaklaşıldığını gösteriyor. Lenin şöyle yazıyordu:
“Kadını kurtaran bütün kanunlara rağmen, kadın yine ev kölesi olmaya devam eder, çünkü önemsiz ev işi onu ezer, boğar, aptallaştırır, alçaltır, onu mutfağa ve çocuğun odasına zincirler ve kadın emeğini, barbarca, üretici olmayan, küçük sinir bozucu, aptallaştırıcı ve ezici nahoş işlere harcar. Bu küçük ev bakıcılığına karşı geniş bir mücadele başladığında (Buna iktidarı yöneten proletarya tarafından yol gösterilir) ya da daha doğrusu, bu küçük ev bakıcılığının geniş ölçekli sosyalist ekonomiye tamamen aktarılmasıyla birlikte kadınların gerçek kurtuluşu gerçek komünizm başlayacaktır.” (61)
Lenin’in anlayışlarından uzaklaşıldığını tespit edebiliriz. Savaş tehlikesinin arttığı koşullarda nüfus politikaları gündeme getirilmiş, boşanmayı zorlaştırıcı yasalar çıkarılmış, doğurganlık teşvik edilmiştir. Ancak kadının ev kadını ve ana olarak, çocuk bakım ve yetiştirilmesinin sorumlusu olarak, yüceltilmesi sosyalist perspektiften uzaklaşmaktan başka bir şey değildir. Emperyalist abluka ve yaklaşan savaş tehlikesi koşullarını da proletarya diktatörlüğü devletinin nüfus politikaları uygulamasında anlaşılmaz bir taraf yoktur. Ancak bu politikalar sosyalist perspektifler korunarak, o görüş açısından düşünülmek zorundadır. Nesnel durum, pratik sapmaları zorladığı dayattığı durumlarda bile komünist partisi temel görüş açısından, sosyalist perspektifinden ödün vermemelidir. Doğurganlık kadının doğal bir üstünlüğüdür, ama eğer anneliğin toplumsal bir görev olduğu, çocuğun bakımını toplumun üstlenmesi gerektiği temel sosyalist yaklaşımı karartılır, bunun gerçekleşmesi için henüz yeterli koşulların bulunmadığı bir zamanda, çocuğun bakımı ve ev işlerinde sorumluluğun kadınla paylaşılmasına ve her alanda kadının özgür ve eşit birey olduğu yaklaşımlarına dayanan yeni bir ahlak ve ilişkiler geliştirilemezse, o doğal üstünlük yüz yılların verdiği alışkanlıkla kadının ev köleliğinin koşulu olur, buna izin verilmelidir.
***
Kürtajın yasaklanması çokça tartışılan bir diğer sorundur. Kürtajın yasaklanması savaş tehdidi altında doğum oranlarının yükseltilmesi ile bağıntılıdır. Kuşkusuz proletarya diktatörlüğünün nüfus politikaları uygulama hakkı vardır. Ancak, kadının kendi bedeni üzerinde karar verme hakkı da vardır. Bu, emperyalist kuşatma koşullarında gerçekleşmekte olan sosyalizmin bir çelişkisidir, genel olarak sosyalizmin bir sorunu değil. Temel olan, sosyalist toplumun kadına karşı ve kadının tam kurtuluşunun koşullarını hazırlamak için üzerine düşeni yapması ve kadında da anneliğin toplumsal bir görev olduğu bilincinin ve sorumluluğunun gelişmesidir. Elbette bu zaman ister, ama yine de kürtajın yasaklanması kadının özgürlüğünden geriye atılan bir adım olarak kalır. Kadının cinselliğini baskı altına almaya yönelir. Bu kadının kişiliğinin özgürce gelişimini önleyen, bastıran ve bozan bir durumdur. Bunlar Zhenotdel’in kapatılmasıyla başlayan kadının aleyhindeki gelişmelerin Ekim devriminin bu alandaki kazanımlarından geriye gidişin unsurlarıdır.
***
Sovyetlerde kadın örgütünün kapatılması da anlaşılmaz bir durumdur. Dimitrof’da yanlış olarak bu durumu onaylar.
“…Kapitalist ülkelerdeki komünist partileri Sovyetler Birliği’nin çalışma deneylerini mekanik bir biçimde aktarmışlardır. Sovyetler Birliği’nde özel kadın örgütleri kaldırıldığı için, onlara göre, bunlar kapitalist ülkelerde de gereksizdir…” (62)
Kuşkusuz III. Enternasyonal’in kapitalist ülkelerin komünist partilerinde görülen bu sapmaya karşı çıkması doğru ve yerindedir. Aktardığımız satırlarda da yansıdığı gibi, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nde özel kadın örgütlerinin kaldırılması da onaylanıyor ki, bu ne doğrudur ne de yerinde. Zhenotdel’in 1929 yılında kapatıldığını biliyoruz. Ancak kaynaklarımızın sınırlılığı nedeniyle bu tavrın nasıl gerekçelendirildiğini –“bu aşılmış aşamadır”ın dşında- bu kapatma eyleminin gerçek nedenlerini bilmiyoruz. Komünist ve partisiz kadınları birleştiren, Bolşevik Partisi önderliğindeki kadın kitle örgütü olan Zhenotdel geniş kadın yığınlarının sosyalist inşaya seferber edilmesinde, partinin kadın yığınları içerisindeki etki ve saygınlığının artırılmasında önemli roller oynamıştır. Zhenotdel’in kapatılmasının mantığını anlamanın da olanağı yoktur, burada ilkesel bir gerileme, geri adım atış vardır.
Sosyalizm koşullarında, hele de proletarya diktatörlüğünün ilk on yıllarında özel kadın kitle örgüleri gereklidir. Ve önemli devrimci roller oynarlar. Geniş kadın kitlelerini sosyalist inşaya katma ve parti çizgisine çekmek bakımlarından olduğu gibi komünist partisinin kadınların kurtuluşu için giriştiği devrimci eylemin kazanımlarını savunmak ve daha ileri götürmek için de önemli roller oynarlar. Proletarya diktatörlüğü bir hamlede kadının köleliğinin, cehalet ve ezilmişliğinin tüm koşullarını ortadan kaldıramaz, yüzyılların tortusunu silip atamaz. Gerek kadının kurtuluşunun koşullarının hazırlanması ve gerekse de kadının özgürleştirilmesi için mücadeleye geniş kadın yığınlarını çekmek için Zhenotdel türünden araçlara ihtiyaç vardır. Diğer yandan özel kadın kitle örgütleri, kolektif mutfak ve çamaşırhanelerin örgütlenmesinde annenin korunması ve çocuğun bakımını toplumun üstlenmesinin sosyalizm koşullarındaki bir aracı olan kreşler zincirinin kurulması çalışmalarında kadınlara özel eğitim olanağı ve fırsat eşitliğinin sağlanması çalışmalarında, önemli roller oynayabilirler.
***
Profesör Rudolf Schlesinger, Marksizm ve Sovyet Hukuk Teorisi isimli yapıtında, Sovyetler birliğinde kadın ve aile yapısına ilişkin hukukun gelişimini de inceler. Kız ve erkek çocukların ortak eğitimine son verilmesini şöyle anlatır:
“Halen sürmekte olan dünya savaşının meydana getirdiği yıkıntılardan sonra nüfusun artmasına duyulan ihtiyaç, Sovyet okullarında kız ve erkek her iki cinsin ortak eğitimine son verip, her iki cinsi kendi özel ihtiyaçlarına göre eğitimin düzenlenmesine yol açan 1943 Yasası’nın kabul edilmesinde şüphesiz katkısı büyük olmuş ve evli olmayan çok çocuklu kadınlar kadar, evli olan çok çocuklu ailelere de maddi ve sosyal imtiyazlar ve öncelikler sağlayan 1944 Temmuz Kanunu’nun kabul edilmesindeki nedenler arasında, bu ihtiyacın da yer aldığı açıkça belirtilmiştir. Evlilik dışı doğan çocukların bakımı babaların omuzlarından kaldırılıp devlete yüklenmiş ve evli olmayan (boşanmış olanlar da dahil olmak üzere) anaların durumlarını kolaylaştırmak için, 1920 Yasası ile meşrulaştırılan ve teşvik edilen bir operasyon olan çocuk düşürmeyi yasaklayan 27 Haziran 1936 Yasası’nda yer alan hükümlerin ötesinde pratik tedbirler alınmıştır. 1936 Yasası, her iki tarafa da boşanma hakkı tanıyan boşanma işlemlerinde belirli şekil değişiklikleri yaptı. 1944 Yasaları uzun süreden beri tartışma konusu olan resmi olmayan fiili evlilik kurumunun kaldırılması dışında boşanmayı manen ve maddeten güçleştirmiş ve bu hususta kararı mahkemeye bırakmıştır.” (63)
Savaş Sovyetler’e diğer şeylerin yanı sıra, 25-26 milyon insanın kaybına mal olmuştu. Bu nedenle nüfusu artırıcı politikalar izlenmesi gerekli ve anlaşılır bir şeydir. Ama bu politikaların toplumsal devrimin gelişmesine karşı olması kaçınılmaz bir şey olarak düşünülemez. Karma ya da ortak eğimden vazgeçilmesi, geleneksel erkek ve kadın rollerine göre kız ve erkek cinsin “kendi özel ihtiyaçlarına göre” eğitim politikasın ayrılması toplumsal devrimin kadını özgürleştirme çizgisinden açık bir geriye gidiştir. Aile kurumunun güçlendirilmesi ve idealize edilmesi, resmi olmayan fiili evlilik kurumunun kaldırılması, boşanma özgürlüğünün kısıtlanıp, mahkemelerin kararına bırakılması, kürtajın yasaklanması vs. tüm bunlar toplumsal devrimin en temel çizgilerinden birisi olan kadının özgürleştirilmesi amacından geriye doğru atılmış adımlardır. Başka ne yapılabilirdi ki demek, askeri olarak yenilgiye uğratılan düşman önünde ideolojik ve toplumsal olarak diz çökmekten başka bir anlama gelmez. Sermaye egemenliğini yıkan proletarya yeni bir toplum yaratmakla, toplumsal devrimi amaçlarına ulaştırmakla yükümlüdür. Kapitalizmin burjuva değer yargılarından arınmış yeni bir insanın yaratılması, yeni toplumsal kuruluşun, toplumsal devrimin zaferi için bir zorunluluktur. Bu yeni toplum ve yeni insan kadının özgürlüğüne dayanmaksızın düşünülemez. Kadınları gerçekten –yalnızca yasal, hukuki değil- özgür olmayan bir toplum asla özgür olamaz. Toplumsal köleliğin en derin kökleri sökülüp atılmak zorundadır. Zorluklar karşısında gerilemek, toplumsal devrimin temel amaçlarından ve ilkelerinden sapmak, ödünler vermek gericiliği güçlendirir. Bunlar da emperyalist baskı ve kuşatma koşulları altında inşa edilmekte olan sosyalist bir toplumda restorasyon imkanlarını arttırır ve biriktirir.
Sovyetler Birliği’nde birkaç on yıllık sosyalist inşa dönemi kadının durumu açısından genel çizgileriyle ele alındığında şu saptamalar yapılabilir.
Ekim devrimi kadının özgürlüğü ve kurtuluşu bakımından bir hamlede, kapialist ülkelerin birkaç yüz yılda gerçekleştiremediklerini gerçekleştirmiş dev adımlar atmıştır. Kadının eşitliği ve özgürlüğünü hedefleyen bu adımlar ilkin Sovyetler Birliği’nin geriliği nesnel durumunun zorluklarıyla karşı karşıya gelir. Nesnel durum tarafından sınırlanır.
İkinci olarak, Sovyetler birli birkaç on yıllık dönemde, Çarlığın ve kapitalizmin kadını ittiği cehaletten kurturmak için elinden geleni yapmış ve cehaleti yenmiştir. Kadının eğitiminde devsel ilerlemeler sağlamış, kadın ekonomik yaşama çekilerek üretici güçleri sosyalist inşaya seferber edilmiş, sağlık sorunlarının çözümünde görülmemiş ilerlemeler sağlanmıştır. Tarımın kollektivizasyonu ve sosyalist inşanın başarıyla tamamlanmasında kadınların belirleyici ktkıları olmuştur.
Üçüncü olarak, ekonomik inşa sürecine katılıma göre daha geriden gelmekle birlikte, kadının devlet yönetimine, ülkenin sosyal ve siyasal yaşamına katılımında kapitalist ülkelerle kıyaslanamaz ilerlemeler sağlanmıştır. Ancak yine de tarihsel nedenlerle istenilen noktaya ulaşılamamıştır.
Son olarak, bütün bu devasa gelişme ve ilerlemelere karşın yükselen savaş tehlikesi ve savaş koşullarının yarattığı yıkım ve emperyalist kuşatma koşulları büyük zorluklar, toplumsal devrimin kadının özgürleştirilmesi amacından ilkesel sapmaları ve geriye adımlar atılmasını getirmiştir.
Bir kez daha vurgulamak zorundayız ki, sosyalist inşa deneylerinin burjuvazi ve gerçeklik karşısında tam bir kararlılıkla ve duraksamaksızın savunmak her komünist devrimcinin, her Marksist-Leninist parti ve örgütün vazgeçilmez bir görevidir. Ancak bu savunu eğer eleştiriciliğini yitirirse, devrimciliğinden ödün vermek zorunda kalır. Sosyalist inşa deneylerine karşı tavrımız eleştirel ve devrimci olmak zorundadır. En küçük atomuna değin devrimci bir teoriye danan komünist hareketimiz, sosyalist inşa deneylerine karşı eleştirel olmayan, tek yanlı bir tutum takınırsa bu deneylerden dersler çıkaramaz ve böyle bir durumun kaçınılmaz kıldığı kimi gerçekleri görmezden gelmek, geçiştirmek vb. gibi bir tutum hoşgörülemez ve benimsenemez. Böyle bir tutum ne Marksist Leninist ve ne de devrimci olabilir.
DİPNOTLAR:
35- Aktaran Engels, Age, s. 87
36- Engels, Age, s. 119
37- Kadınların Özgürlüğü, s. 25
38- Engels, Age, s. 87
39- Aktaran, W. Reich, Cinsel Devrim, s. 208
40- Sovyetler Birliinde Kadın, s. 17
41- Age, s. 19
42- Age, s. 20
43- Günümüzde Kadınların Durumu, s. 29
44- Kadınların Kurtuluşu, s. 81
45- Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 11
46- Aktaran, Günümüzde Kadınların Durumu, s. 29
47- Aktaran Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 34
48- Age, s. 46
49- Age, s. 47
50- Kadıların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi, s. 165
51- Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 47
52- Aktaran, Prof, Rudolf Schlesinger Marksizm ve Sovyet Hukuk Teorisi, s. 342-371-372
53- Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 58
54- Age, s. 139
55- Marksizm ve Cinsel devrim, s. 102
56- Kadınların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi, s. 169-170
57- Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 139-140
58- Kadınlar İçin, s. 36
59- Sovyetler Birliğinde Kadın, s. 131, abç
60- Kadınların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi, s. 17
61- Lenin, Kadınların Kurtuluşu, s. 88, açL.
62- Kadın Sorunu Üzerine, s. 227
63- Marksizm ve Sovyet Hukuk Teorisi, s. 271-272