Latin Amerika’dan Türkiye’ye Gözaltında Kayıplar-5

Füsun Erdoğan

DOSYA-5

Gözaltında Kayıplar, Analar ve Evlatları-Elmas Eren
İstanbul’a yolu düşenler, gün içerisinde İstiklal caddesinin büyük kalabalıkları ağırladığını bilirler…
Cadde bir ucundan Taksim’e, diğer ucundan Tünel’e bağlanan büyük bir nehir gibidir.
Cadde İstanbul’un tarihinin canlı tanığıdır cadde…
Her adımda soykırıma uğrayan Ermeni ve Rum halkının tarihini hatırlatan binalar yol boyunca uzanır.
Güvercinlerin dostu Glatasaray Meydanı 1400 metre uzunluğundaki bu caddenin tam ortasındadır.
Kadim, sade ve mağrur meydanın; adeta mazlumları, mağdurları kendisine davat eden bir duruşu vardır.
Sanki, Cumartesi sabahları Meydan dingin, mahsun ve sessiz bir bekleyiş içerisindedir.
Saatler 12.00’ye yaklaştığında meydana açılan sokaklarda bir kıpırdanma, kaynaşma başlar.
Belki kar yağıyordur, belki de yağmur ya da Temmuz’un kavurucu sıcağıdır…
Polisin gazı, jopu, ablukası, barikatları hiç bir şey onları durduramaz.
Kayıp yakınları, meydana açılan sokaklardan ikişerli, üçerli gruplar halinde ellerinde kayıp fotoğraflarıyla Cumartesi Meydanı’na yürürler.
Saat 12.00’yi gösterdiğinde anneler, eşler, çocuklar, torunlar, kardeşler, insan hakları savunucuları meydanda toplanır…
Eylem için organize olurlar.
Göz göze geldiğiniz fotoğraflardaki her bir kayıbın yaşam öyküsü farklı başlamış olsa da…
Katil devletin kolluk kuvvetlerince gözaltında kayıplar zincirinin bir halkası yapıldıktan sonra, hepsi aynı öykünün kahramanları haline geldiler.
Kollarını her Cumartesi kayıp analarına açan Galatasaray Meydanı, evlatları gibi onları da aynı öykünün kahramanları yaptı.
Onlar evinden, sokaktan, işyerinden, okuldan çoğunlukla sivil giyinimli polisler ya da özel kuvvetler tarafından kaçırılarak kaybedilen evlatlar ve anneleri…
Hüzünlü bakışlarında kaybedilen çocuklarının ahını taşıyan kadınlar.
Onlar on yıllardır bir şekilde tanıdığımız kayıp anaları…
Cumartesi Annelerimiz…
Yoksul, mağrur ve dik başlı analarımız…
Onlar adalet arayışının susturulamaz çığlıkları.
Her birinin tarihi bir direniş öyküsü.
Sabretmek, beklemek ve umut etmek, metanet ve dirayet onların yaşamlarının özetidir.

Elmas Eren: Karanfil Koyacak Bir Mezar Arıyorum
Devletin gözaltında kaybettiği çocuklarını aramak üzere çıktıkları yolda, günleri, haftaları, mevsimleri, yılları arkalarında bırakan Cumartesi anneleri, kayıpları ile birlikte kaybedilen “insanlık” ve “vicdanı” aramaktan bir an olsun vazgeçmedi. Her ne kadar kamuoyu onları evlatlarını kaybettikten sonra değişen yaşam öyküleriyle tanımış olsa da, her bir Cumartesi Annesi’nin ayrı bir hikayesi var…
Cumartesi Anneleri’nden Elmas Eren, şarkılara ilham veren Cibali Tekel işçisi bir annedir. Yeşil gözleri, beyaz teniyle, boylu poslu bir Çerkez güzelidir. Oğlu Hayrettin’in acısıyla tanışmadan, bakışları evlat acısının hüznüyle dolmadan önce çakır gözlerinin ışıltısı, yüzünün güzelliği sevinç ve neşe taşırmış etrafına…
Kemalettin Eren’le yaşamını birleştiren Elmas annenin Cemile, Hayrettin, İkbal ve Faruk adını verdikleri dört çocuğu olur. Çocuklarından 1954 doğumlu Hayrettin başarılı bir öğrencidir. Dönemin en iyi liselerinden biri olan Pertevniyal’de öğrencidir. Başarılı lise yıllarının ardından üniversite sınavlarında elde ettiği puanla üniversiteye başlar.
Hayrettin üniversiteye başladığında Türkiye’de esen devrimci rüzgar, sadece Hayrettin’i etkilemez…Bütün bir aileyi etkiler, içine alır. 1970’lerin yükselen devrimci atmosferinde, her gün akşam haberlerinde o gün katledilen devrimcilerin yayınlanan listesi tüm devrimci anaları gibi Elmas ananın da yüreğini hoplatırmış. Ama O, hiç bir zaman oğlu Hayrettin’i davasından vazgeçirmeye çalışmamış. 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte, herkes gibi Eren ailesinin de tadı tuzu kalmaz. Bütün yaşamlarının alt-üst olması için de, çok beklemeleri gerekmez.
Dev-Genç saflarında mücadeleyi tercih eden Hayrettin, kısa sürede İstanbul polisinin hedefindeki devrimcilerden biridir. 21 Kasım 1980’de babasının aldığı arabayla Haşim İşçan Geçidi’nde arkadaşı Ahmet Öztürk’le buluşmak için evden ayrılan Hayrettin bir daha geri dönmez.
Elmas ananın o güne kadar başka bir mecrada akan yaşam öyküsü, oğlu Hayrettin’in kaybedilmesiyle tümden değişir. O gün çakır gözlerine gelip oturan hüzün bir daha Elmas anayı terketmez. Elmas anne oğlu Hayrettin’in kaybedilişiyle birlikte hayatlarının nasıl değiştiğini anlatırken, aslında anlattığı Türkiye ve Kürdistan’da kaybedilen binlerce insanın öyküsüdür…
Mavi gözleri, durgun bakışlarıyla, insana bir ömür dedirten oğlunu arama öyküsünü Elmas anadan dinleyelim:
Hayrettin’in mezar hakkı için yıllardır mücadele eden Elmas ana, kızı İkbal Eren’le başvurmadık yer, çalmadık kapı bırakmamış. Eli hep polis, savcı, asker, parlamento, hükümet üyeleri, MGK bütün kurum ve kuruluşların yakasında olmuş. Kimi zaman alay etmişler, kimi zaman dövmüşler, kimi zaman da “yine mi sen” diyip kovmuşlar…”Oğlumu arıyorum” dediğinde, “Biz de arıyoruz” diyerek Elmas ananın acılarıyla, umutlarıyla dalga geçmişler…
Yine de O, yılmamış…1980’li yıllar karanlığın ve zulmün en koyu olduğu zamanlar olsa da, Elmas ana Hayrettin’i aramaktan vazgeçmemiş. 12 Eylül sonrası kurulan hak arama örgütlerinden TAYAD’ın ve İHD’nin en ön saflardaki hak arayıcısı olmuş Eren ailesi. Kayıp oğlu Hayrettin’i ararken, bu defa 1982 yılında oğlu Faruk Eren’le birlikte Elmas ana da gözaltına alınmış. Elmas ananın bildirileri yakıp, dışarıdaki çöp kutusuna attığı polisin gözüden kaçmamıştır. Götürüldüğü karakolda Elmas ana Mehmet Ağar ile karşılaşır. Oğlu Hayrettin’in kaybedilmesinden sorumlu tuttuğu Ağar, Elmas Eren’in ifadesini alır. Anne Eren ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılırken oğlu Faruk Eren tutuklanır. Faruk’un tutuklanması ailenin daha zor günler geçirmesine neden olurken, aile oğulları Hayrettin’i aramaktan vazgeçmediği gibi, tutsak edilen oğullarını da yalnız bırakmaz.
Yağmur, çamur, yaz, kış demeden oğlu Hayrettin Eren’i arayan anne Eren, darbeci Kenan Evren’in 1983’ün Kurban Bayramı’nda Balıkesir’in Erdek ilçesini ziyaret edeceğini öğrenince, bir grup anne ile buraya gider. Kenan Evren kendileriyle görüşmeyi kabul etmeyince hazırladıkları dilekçeyi ismini hatırlamadığı bir emniyet amirine verir.
1985 yılında küçük oğlu Faruk Eren hapishaneden çıkar. Eren ailesi oğulları Hayrettin’i aramaktan hiç vazgeçmez.
Elmas ana, en son 12 Haziran 2011 genel seçimleri öncesi Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde Cumartesi Anneleri olarak dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmeye gider…Erdoğan’a; “Oğlumun bir kemiğine razıyım”, “Çiçeklerle donatacağım bir mezar arıyorum” der.
Oğlu Hayrettin’in kabedilmesinden sonraki süreçte oğlunun mezar hakkı için mücadele eden bir anadır.
Elmas ana, tarih 24 Ocak 2012’yi gösterdiğinde, oğlu için günden güne eriyen eşi Kemalettin’i kaybeder.
Hiç bir zaman sağalmayıp, taze kalan acılar bir yerden çıkan kemik parçası ya da uzun zamandır kimsenin haberi olmadığı birisiyle ilgili çıkan haberlerde Elmas annenin umutları yeşerip durur.
Elmas ana oğlu Hayrettin için, “Keşke kavuşsam.” diyor ve ekliyor:
“Allah kimsenin başına böyle bir şey getirmesin.
Başına gelenlere de Allah sabır versin.
Başka diyecek bir şey yok” sözleriyle yaşadığı acıyı ve mücadelesini özetliyor.
39 Yıldır Oğlunu Arayan Elmas Eren Yaşamını Yitirdi
Cumartesi Anneleri 19 Ağustos 2019 tarihinde Twitter hesabından yapılan paylaşımda “Çiçeklerle donatacağı bir mezar peşinde 39 yıl tüketen mücadele arkadaşımız, 12 Eylül kayıplarımızdan Hayrettin Eren’in annesi Elmas Eren’i kaybettik. Cenaze bilgileri netleşince paylaşılacaktır” notuyla duyurdu Elmas annenin gidişini…
Cumartesi Annelerinden bir ana daha evladına mezar yapamadan, adalet arayışını sonuçlandıramadan hayata veda etmişti. 20 Ağustos 2019 tarihinde yoldaşları Cumartesi Anneleri ve insan hakları savunucularının omuzlarında sonsuzluğa uğurlanan Elmas Anne, ardında faşist diktatörlüğün gözaltında kaybettiği oğlunu arayan bir ananın 39 yıllık mücadelesini miras olarak bıraktı…

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir