Latin Amerika’dan Türkiye’ye Gözaltında Kayıplar-1 (*)

Füsun Erdoğan

 

Latin Amerika Ülkelerinde Darbelerle Gelen Kaybetme Politikası
Kişi, kolluk kuvvetlerince yakalandığı ya da tutuklandığı halde, devlet bunu kabul etmezse artık o bir “kayıp”tır. Kayıp kavramı ilk kez Guatemala’daki kitlesel kaçırmalardan sonra kullanıldı. Aslında uygulama 1942’ye kadar uzanıyor.
Fransa’daki Alman İşgal Kuvvetleri Komutanlığı “Gece ve Sis” adını verdiği kararnameye göre, tutuklanan Fransızları gece trenleriyle Almanya’ya taşınmıştı. Bu bilinen “ilk”ten sonra, “kayıp” yalnız Latin Amerika değil Hindistan’dan Etopya’ya, Filipinler’den Irak’a, Türkiye’ye dünyanın pek çok ülkesinin, ne yazık ki, gerçeklerinden biri oldu. Devletlerin kaybetme politikalarına karşı mücadele başka gerçekleri de açığa çıkardı…
İlk kayıpların 1917’de İstanbul’da evlerinden alınarak sürgüne gönderileceği Ermeni aydınlardan bir daha haber alınamasıyla yaşandığı…Gözaltında kaybetme yöntemleri birbirinin benzeriydi…
Günün her hangi bir saatinde evinden, işyerinden, okuldan, sokaktan gözaltına aldıkları kurbanlarını işkencelerle dolu bir yolcuğa çıkarmakla başlıyor her şey…Bu bir örgütlü, planlı, etkili bir yöntem, etkili bir politikaydı.
Tüm dünyada eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren toplumsal muhalefeti bastırmak, geride kalanlara korku salmak, devletin var olmasını istemediği kişileri yok etmek için kullanıldı. Darbe dönemlerinde, kaç kişinin gözaltına alındığının, işkence gördüğünün umursanmadığı, korkunun özel olarak örgütlenmesinin bir aracı olarak kullanıldı.
1970’lerde darbelere ev sahipliği yapan Güney Amerika’da kaybetme politikasının bilançosu 100 binin üzerindeydi. Şili’de darbe 1973 yılında yaşandı. General Augusto Pinochet, icraatlarıyla yüzyılın en çok tanınan darbecilerinden biri oldu.
İlk önce darbeyle indirdikleri Salvador Allende’yi ve hükümet yanlılarını öldürdü ve tutukladı. Ardından cunta muhaliflerine yöneldi. Ülkenin kuzeyindeki çöl bölgesi Patagonya’da yerleşim yerlerinin seyrek olduğu bölgelerde toplama kampları oluşturuldu. Cunta muhalifleri ve sosyalistler, burada toplandı. Binlerce kişi burada sorgulandı, işkence gördü ve ardından uçaklara bindirilip okyanusa atıldı. Canını kurtarabilenler ise ya ülke dışına kaçtı ya da sürgün edildi.
1976 yılında Arjantin’de darbe ile işbaşına gelen General Jorge Rafael Videla ve Amiral Emilio Masera, on binlerce kişiyi katletti. Kaybetme politikası Arjantin’de öyle bilinçli uygulandı ki, yok edilen kişilerin sayısını kamuoyu bile takip edemedi. Sıkıyönetimin hüküm sürdüğü 7 yıl içinde kaybedilenlerin sayısının 12 bin ile 30 bin arasında olduğu tahmin ediliyor.
İnsan hakları örgütlerinin açıkladığı verilere göre, Arjantin’de kayıpların yüzde 40’ı kadın, kadınların yüzde 10’u ise hamileydi. Darbeciler hamile kadınları doğum yapıncaya kadar öldürmedi. Doğan bebekleri sahte doğum belgeleriyle çocuk isteyen asker ailelerinin çocuğu gibi gösterdi, anneleri ise katletti.
En çok kişinin kaybedildiği ülke ise Guatemala oldu. Bir Orta Amerika ülkesi olan Guatemala’da kayıp sayısının 38 bin civarında olduğu açıklandı. Guatemala ayrıca, kayıp terimini ilk kullanan ülke. Güney Amerika’nın en kuzeyindeki ülke olan Kolombiya’da da 1995’in ilk 9 ayı içinde 96 kişi kaybedildi. Dönemin Devlet Başkanı Ernesto Samper, yargısız infaz ve kaybetme vakalarında devletin sorumluluğunu kabul etti, ancak sonuç değişmedi.

Sri Lanka, Hindistan, Kıbrıs, Türkiye…
Asya kıtasında ise, Hint Okyanusu’nda bir ada devlet olan Sri Lanka’da kaybedilen kişi sayısı 35 bini aşıyor. Bu yöntem, 1984’ten itibaren sistematik olarak devam etti.
Kayıplarda dünya ikincisi olan Sri Lanka’da işkence ve yargısız infaz vakalarının da önü alınamıyor.
Hindistan’ın Keşmir ve Pencap bölgeleri de, insan hakları savunucularının tutuklanıp kaybedilmesiyle biliniyor. Pencap’ta kayıp yakınlarının sürdürdüğü çalışma sonucunda 15 polise soruşturma açıldı.
Afrika’da Kuveyt’in işgalinin ardından 900’den fazla Kuveytli kaybedildi. Ne hesabı verildi, ne failleri açıklandı, ne de kemikleri bulundu.
Mısır’da kaybedilenlerin aileleri ise tutuklandı.
Kıbrıs’ta 1974’te yaşanan Cunta’nın ardından Türkiye adaya 20 Temmuz’da işgal harekatı düzenledi. 24 Eylül’de savaş esirleri serbest bırakıldı, 28 Ekim’deki ikinci esir değişimi sırasında kaybedilenlerin varlığı anlaşıldı. Bu olaylar sırasında 1619 kişinin kaybedildiği tespit edildi.
Türkiye’de kaybetme politikası 24 Nisan 1915’de İstanbul’da 261 Ermeni aydının gözaltına alınarak sürgüne gönderilmesiyle başlar…Aydınların sürgüne gönderildiği söylense de, evlerinden alındıktan sonra bir daha izlerine rastlanmaması aslında tipik bir kaybetme vakasıdır.

28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının Karadeniz’de kaybedilmesi, 1936 yılında Salih Bozışık, 2 Nisan 1948’de Sabahattin Ali’nin kaybedilmesiyle devam eder Türkiye’de kaybetme politikası.
12 Eylül askeri faşist cunta döneminde ise, gözaltına alınarak işkenceli sorgulardan geçirilen 650 bini aşkın kişiden 300’ü gözaltında kaybedildi.
Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül, Nurettin Yedigöl, Kenan Bilgin, Maksut Tepeli bunlardan sadece bazıları…Ancak 12 Eylül döneminde gözaltında kaybetme yöntemi çok yaygın bir politika olarak kullanılmamıştı.

Askeri faşist diktatörlük daha çok idamlar, işkencede ölümler, tutuklamalar, vatandaşlıktan çıkarma, sınır dışı etmeyle toplumsal muhalefeti etkisizleştirme yöntemini benimsemişti. 1990’lı yıllarda devlet gözaltında kaybetme politikasını yaygın ve sistematik biçimde uyguladı.
JİTEM eliyle Kuzey Kürdistan’da, Türkiye’de, büyük şehirlerde, mezralarda insanlar kaçırılarak kaybedildi. Kaybedenler, Kürt, Türk, işçi, işsiz, zengin, fakir demiyordu. Özgürlük, emek ve demokrasi mücadelesi yürüten toplumsal muhalefetin ileri gelenleri, birer birer seçilerek, takip edilerek gözaltına alındı ve kaybedildi. Bu yönteme öyle alışıldı ki, adli suçlardan gözaltına alınanlar bile kaybedildi.

Gözaltında Kayıp Gerçeğini Kabul Eden İlk Ülke Honduras
Gözaltında kayıp gerçeğini resmi ağızlarca kabul eden ilk ülke Honduras oldu. Bir Orta Amerika ülkesi olan Honduras, 1982’de Saul Godinez Cruz’un kaybedildiğini kabul etti.

Motosikletle işine giden Cruz, 22 Temmuz 1982 sabahı saat 6.00’da, evinden çıkmış ve bir daha geri dönmemişti. Ancak onu, motosikletiyle birlikte, biri üniformalı 3 kişi tarafından arabaya bindirilirken görenler vardı. Bindirildiği arabanın ise plakası yoktu. Daha sonra komşuları, Cruz’un evinin, günler öncesinde tanımadıkları ve devlet görevlisi olabileceğini tahmin ettikleri kişiler tarafından gözlendiği yönünde ifade verdi. Ancak bu tanıkların 2’si de katledildi. Cinayetler ise “faili meçhul” olarak kayıtlara geçti.
Olaydan 7 yıl sonra Honduras hükümeti, Inter Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nde Cruz’un kaybedilmesinden ötürü ailesine 75 bin dolar tazminat ödemeye mahkum oldu. Cruz, ilk kayıp değildi. Ama hem kaybedildiğini itiraf ettiren, hem de ülkeyi mahkum eden ilk kayıptı.
Cruz’un öyküsü farklı şekillerde ve farklı kıtalarda, ülkelerde yaşandı. Yalnız başına Cruz’un öyküsü bile, kaybetme politikasının nasıl işlediğinin somut bir örneğiydi.

Türkiye Kaçırma Yöntemini Kullandı
Türkiye’de süreç, Honduras’taki gibi işledi. Kaybedilecek kişi, uzun süre takip edildi. Hakkındaki her türlü bilgi öğrenildi. Bir kısmı hakkında kolluk kuvvetleri ve istihbarat örgütleri zaten bilgi sahibiydi, daha önceden ya gözaltına alınmış, ya da tutuklanmışlardı. Kişi hakkında bilgi toplandıktan sonra, yalnız olduğu bir anda, bazen tenha yerlerden, bazen çok işlek sokak ve caddelerden insanlar kaçırıldı.
Bazı kaybetme örneklerinde olduğu gibi, karakola ifade vermeye ya da kimliğini almaya gidenler girdikleri o karakollardan bir daha dışarı çıkamadı. Kişiden haber alamayan ailesi ve yakınları ise karakollara, savcılıklara ve çeşitli resmi kurumlara başvurduklarında “bizde yok, biz almadık” yanıtını aldı. Ama birçok kayıp vakasında kişi ya kaçırılırken, ya da gözaltında onu görenler, “beni kaybedecekler” diyen sesini duyanlar oldu. Bu tanıklıklar ve deliller görmezden gelindi. İç hukuk yolları tıkandı, hemen hemen her dosyada Türkiye devleti, yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum oldu.

Güney Amerika Kıtasında Topluca Kaybetme Yöntemi Kullanıldı
Güney Amerika kıtasında kaybedenler, topluca kaybetme yöntemini kullandı. Muhalifler ve sosyalistler, gözaltına alındıktan sonra toplama kamplarında işkence altında sorgulandı. Daha sonra da uçaklara bindirilip okyanusa atıldı. Yıllar sonra itiraflarda bulunan generaller, okyanusa atılan tutsakların ‘hücreler dolunca, yer kalmayınca’ kaybedildiğini söyledi.

Afrika Kıtasında Gizli Tutuklama Yöntemi Uygulandı
Afrika kıtasında gizli tutuklama yöntemi uygulandı. Özellikle Fas’ta, kaybedildiği düşünülen kişiler, Tazmamart adındaki gizli tutuklu merkezinde tutuldu. Buradaki kişiler, aileleri için birer ‘kayıp’tı. Çünkü, onların orada olduğunu bilen hiç kimse olmadı. 1995’te uzun süredir kayıp olan 28 eski asker, birden ortaya çıktı. Bu kişiler Tazmamart’taydı, ama onlarla birlikte kayıp olan 300 kişiden haber alınamadı.

(*)- Medya Haber Tv için hazırladığım dosyaları değişik zamanlarda kendi yazdığım yazılar, Hafıza Merkezi’nin ve İHD’nin verileri, Evrensel Gazetesi ve değişik yayın organlarından yararlanarak derledim…1991 yılında Hüseyin Toraman’ın Kaybedilmesi sürecinden başlayarak, birebir tanığı, bazı süreçlerde örgütleyicilerinden olduğum süreçleri yazmanın gerekli olduğuna inandım. Mücadeleye katkı sunacağını düşündüm…

Leave a Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir