2016’ya girmeden önce mapusdaşlarıma ve mektup arkadaşlarıma uğrayıp, iyi seneler dilemiştim. Aileler aracılığıyla gönderdiğim kartların yerlerine ulaşıp-ulaşmadığını öğrenmeye çalışırken, bir kaç hafta önce işyerinde bilgisayarımın yanında A5 boyutunda sarı bir zarfın beni beklediğini gördüm. Tıpkı mazgaldan uzanan mektup demetinden payıma düşen zarfları kapıp, sevinçle ranzamın yolunu tuttuğum günlerdeki gibi zarfı hızla elime aldım.
Mektup Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Sami Özbil’dendi. Ben yılbaşı kartlarımın kimlere ulaşıp ulaşmadığının peşindeyken, Sami herkesten hızlı çıkmış ve yanıt yazmıştı. Zarfın içinden bir de imzalı kitap çıkınca sevincim ikiye katlandı.
Beton duvarları, tel örgüleri, binlerce kilometre yolu aşarak gelen mektubu bir solukta okuyup, kitabı bir ara okurum diyip, çekmecemde beklemeye bırakamazdım. Hemen çantama yerleştirdim ve o gece başladım okumaya. Tanıtımını yazmakta biraz geciksem de, ertesi gün trende yol arkadaşım olan kitabı bir solukta okudum.
Kitabın adı; „Yüzüme Bak.“ Soykırımın 100. yılında Ekim 2015’de Ceylan Yayınları’ndan çıkmış. Sami romanını komşuları Dikran ve eşine adamış. Ve demiş ki:
„Alnımdaki yara izi bana Ermenilerden haberdar olduğum günü hatırlatır. Oğlunun yanlışlıkla attığı taş alnımı yardığında, eşi „Bunlar bizi yine kesecek“ diye, feveran ederken akıl sağlığını kaybetmiş komşumuz Dikran Amca’nın elini ısırıp dizini dövmelerini unutamam. Annemin muhabbet beslediği komşularımızı teskin etmesi zaman almadı, ancak pek çok hatıram sisler ardında kalmışken, otuz yıl sonra o sahne hala gözlerimin önünde. „Yüzüme Bak“a başlarken Dikran Amca’yla eşi vardı aklımda. Bu roman, Dikran Amca’yla eşine. Yaşıyorlarsa kendileri veya mahdumları, onlar da aramızda değillerse Ermenilerimiz bu romanı gönül borcumu ödeme çabası saysın isterim.“
Kitabın girişinde yazılmış olan bu satırları okuyunca, romanın Ermeni Soykırımıyla ilgili olduğunu anlıyorsunuz. Ancak kitabı diğer kitaplardan ayıran özelliğini keşfetmeniz için, kitabın sayfalarında biraz daha yol almanız gerekiyor. İşte o zaman, „Yüzüme Bak“ın şimdiye kadar soykırımla ilgili yazılan romanlardan, anı ve anlatılardan farklı bir kitap olduğu sonucuna ulaşıyorsunuz. Roman 1915 tehcirinde oğlunu ve eşini çöle gömmek zorunda kalan, ömrünü ailesinin ve diğerlerinin hesabını sormaya adayan yersiz-yurtsuz baba ve kızını; Rupen ve Nora’yı anlatıyor.
Öncelikle belirtmeliyim ki, Sami romanı yazmaya başlamadan önce iyi bir tarih okuması yapmış. Bunu hem tarihsel olayların anlatımında, hem mekanların tarifinde, hem de kullandığı dilde görebilirsiniz. Kitabı okurken, roman kahramanları etrafında dönen iki dünyanın sınırlarının çok keskin olduğuna tanık oluyorsunuz.
Bu dünyanın birinde Ermenileri katleden, ölüme gönderdikleri insanların mallarına el koyarak zengin olan, devletin değişik kademelerinde yer alanlar bulunuyor. Diğerinde ise, soykırımdan kurtulan Ermeniler ve soykırıma tanık olup da saflarını Ermenilerden yana koyanlar bulunuyor…
Bu iki dünyayı bir halkın sürgün yollarında yokedilmesinin hesabını vermesi gerekenler ve kendilerini yitirdiklerinin hesabını sormaya adayanlar şeklinde de tarif etmek mümkün.
Roman 1918’in sonbaharında İstanbul’da başlıyor. Olayların akışı içerisinde zaman zaman romanın kadın kahramanı Nora’nın okuru anılarında çıkardığı yolculuklarda soykırım öncesi ve sonrasına ilişkin İstanbul’daki Ermenilerin yaşamları ve onlara yaşatılanlara dair tarihsel bilgilere ulaşmak, dönemin siyasi atmosferine dair bilgi edinmek kitabı daha bir akıcı ve dolu dolu yapıyor. Yaşanan onca acıya rağmen, aynı amaçları idealleştiren, aynı yolda yürümeye karar veren, yoldaş olmanın, paylaşmanın yeri geldiğinde yanındaki yoldaşı için hiç tereddüt etmeden kendini feda etmenin bireyde yarattığı güven duygusu, insanlardaki iç güzellik, dostluk, sevgi, aşk…Kısacası insana ait tüm duyguların incelikle işlendiği bir kitap „Yüzüme Bak“…
Sami mektubunda „Yüzüme Bak“ı soykırımın 100. yılında solun tartışmasına katkı sunmak amacıyla yazdığını, ancak bu beklentisine denk bir pratik göremediğini belirtmiş. Soykırımla yüzleşme ve hesaplaşma konusunda henüz daha işin başında olduğumuzu düşünecek olursak, önümüzdeki süreçte soykırımla ilgili okunması gereken kitap listesinde „Yüzüme Bak“ın da ilk sıralarda yer alacağına inanıyorum.
Hapisteyken değişik zamanlarda bianet’e hapishanede yatmanın bir kaç çeşidi olduğuna ilişkin yazılar yazmıştım. Kimi tutsak yıllar boyunca doğru dürüst okumayı, kendine emek vermeyi beceremez, sayılı günlerini tüketmenin peşindedir; kimi de zamanın peşinden koşar, deli gibi okur yazar…Üretmeden duramaz.
Sami bu ikinci grup tutsak statüsündedir; ayrıca hiperaktif bir yapısı var. Çok disiplinli ve F tipindeki hücresini adeta bir atölyeye çevirmiş. Ciddi sağlık sorunlarına rağmen, sanki bir yerlere geç kalacakmış gibi okuyor, yazıyor.
Arkadaşımın eline emeğine sağlık mektup. Sizlere de iyi okumalar diliyorum.